KORUNMASI GEREKEN BEŞ MUKADDES VARLIK VI.....

Dünden devam eden

       b. Zâhirî müeyyideler:

Zina cezasının caydırıcılığıdır. Ahiretteki hesap ve ceza ayrı bir hu­sustur. Bütün bunlar namus emniyetini temine yönelik tedbirlerdir ve namus, mukaddesliğini esasen imandan ve dinden almaktadır.

<KORUNMASI GEREKEN BEŞ MUKADDES VARLIK VI.....

4. Din emniyeti:

Resulûllah (s.a.v.)’in en çok ciddiyet gösterdiği husus dinin ko­runmasıdır. İnsanın en değerli varlığı kalbinde taşıdığı inancıdır. Kalplere, vicdanlara müdahale edilemez. Ancak insan, zâhirî şart­larda inancını ve vicdanî kanaatini koruyacak, onu zedelemeyecek emniyet ve selamet ortamını bulmalıdır. Aksi takdirde insan, büyük bir işkence altında kalır. Evveliyetle, insanın her türlü inanç ve kanaatine saygı gösteril­melidir. Sonra da, bu inanç ve kanaatin sulh ve ikna yoluyla hak olup olmadığı hususunda ona yardımcı olunmalıdır. “Muhakkak ki, Allah indinde din İslam’dır.”

Dini koruma hususu, diğer mukaddes varlıkların korunması­nın da temelini oluşturur. Namusa mukaddeslik kazandıran dindir, inançtır. Dini, inancı olmayanın namusundan bahsedilemez. Malın korunması, Allah’a kulluk yolunda vasıta olmasından dolayı önemi haizdir. Gaye, insanın kalben Allah’a gidişinde önündeki engelleri kaldırmaktır.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), dinin korunmasıyla ilgili olarak Vedâ Hutbesi’nde bazı mühim noktalara dikkat çekmektedir:

“Ey nâs! Bugün, şeytan, sizin topraklarınızda artık yeniden nü­fuz ve saltanat kurmak kudretini ebedî olarak kaybetmiştir. Fakat siz küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız kendisini sevindirmiş olursunuz. Dininizi korumak için de bunlardan kaçınınız.”

Peygamberimiz, dini korumak konusunda temel bir göreve de şöyle işaret etmektedir:

“Ey mü’minler! Size bir emanet bırakıyorum. Siz, ona sıkı sa­rıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet de Allah’ın Kitabı Kur’an’dır.

Ey nâs! İfrattan (aşırı gitmekten) sakınınız. Evvelkilerin mah­volmalarının sebebi, dinde ifratları idi.”

Dini korumak görevi hayatî önemi haizdir. Öncelikle bu görev çerçevesinde hakkı bulmak, sırât-ı müstakim üzerinde olmayı ge­rektirir.

Dini koruma çerçevesinde en zor, en ciddî iş; sırât-ı müstakim üzerinde istikrarla yürüyebilmektir. Bu sebeple, her namazda okun­ması vacib olan Fatiha Sûresi’nde, “Allah’ım, ancak Sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, nimete er­dirdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir” (Fâtihâ, 5-7) diyoruz.

Dinin korunması, evveliyetle yaratılış gayesini oluşturan ibadeti yerine getirmekle olur. Resulûllah’ın bir ‘âbid-kul’ olarak, ibadete ne kadar önem verdiğini biliyoruz.

Nitekim, Cenab-ı Hak, “Ben, ins ve cinni ancak Beni bilmeleri ve Bana kulluk etmeleri için yarattım” (Zâriyât, 56 ) buyurmuştur.

Peygamberimizin önemle üzerinde durduğu dini koruma görevi faydalı tahsil etmekle gerçekleşir. Zira ‘Allah’tan gerçekte âlimler korkar’ ve Allah’tan en çok korkan da Sevgili Peygamberimizdir:

“Allah’tan, kulları içinde ancak âlimler korkar.” (Fatır 28)

“Ben, Allah’tan en çok korkanınızım.” (Buharî-Müslim )

Yine dinin korunması da nefsin terbiye ve tezkiyesi ile doğrudan alakalıdır. Nefsini terbiye ve tezkiye etmeyen, dinini de koruya­maz; heva ve hevesini ilâhlaştırır:

“Ey Muhammed! Hevâ ve hevesini ilâh edinen, ilmi olduğu hal­de Allah’ın şaşırttığı…” (Casiye 23) âyet-i kerime bunu ifade eder.

“Ama kim, Rabbinin azametinden korkup da kendini kötülükten alıkoymuşsa, varacağı yer şüphesiz cennettir.” (Nâziât, 40-41)

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmetenli'l-alemin cilt 2 Kitabı sayfa : 495 /512

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir

 

Devam edecek