Kibir, Nifak, Öfke

  Azamet ve büyüklük Cenab-ı Hakk'ın ulûhiyetinin bir sonucu iken bu vasıfları kendi hakkı imiş gibi görenler, yeryüzünde en büyük haksızlığı yapmış olurlar. Makul hiçbir sebebi, ilmi hiçbir mesnedi olmayan küfrün, tek dayanağı haksız yere kibirlenmektedir.

Kibir, Nifak, Öfke
Mimar Gökhan Demir

Kibir, Nifak, Öfke

  Azamet ve büyüklük Cenab-ı Hakk'ın ulûhiyetinin bir sonucu iken bu vasıfları kendi hakkı imiş gibi görenler, yeryüzünde en büyük haksızlığı yapmış olurlar. Makul hiçbir sebebi, ilmi hiçbir mesnedi olmayan küfrün, tek dayanağı haksız yere kibirlenmektedir.Nemrutların, Firavunların, Ebu Cehillerin ve Ebu Leheplerin küfrü, kibre dayanmakta idi. Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamak Cenab-ı Hakk'ın ulûhiyetine başkaldırmak, O'nun irade ve kudretini tanımamaktır. O halde denebilir ki, Resûl-i Ekrem'in (sav) nübüvvet ve risalet yoluyla mücadelesi, aslında kibrin izalesi ve mütekebbir zorbaların elinden insanlığın kurtarılmasıdır. Bu zorba en başta insanı içten esareti altına alan nefistir. Ardından bu iç zorbaya esir olmuş binlerce dış zorba ve nefsin ortakları gelmektedir. Bu cümleden olarak tevhidin olduğu yerde kibir, kibrin olduğu yerde tevhid olmaz.

Zerre kadar kibri olanın cennete giremiyeceği, haksız yere kibredenlerin mutlaka zelil olacağı birçok haberle teyit olunmaktadır.

"Yeryüzünde haksızlıkla kibirlenenleri âyetlerinden çe- vireceğim." (Araf: 7/146)

"Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler, " (Mü'min: 40/35)

"Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir." (Mümin: 40/60)

"Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan cennete giremez. Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan cehenneme girmez." (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi'den Kütübü Muhtasan, Hn:5218-5219-5220, XV/19-34)

"Cebbar ve müstekbirler, kıyamet günü zerreler halinde haşrolunurlar. Allah'ın üzerlerindeki horluğundan dolayı herkes onları çiğner geçer." (Bezzar)

"Üç şeyden uzak olduğu halde ölen cennete girer. Bunlar kibir, borç ve azgınlıktır." (Tirmizi, Nesei, Ibn Mace)

"İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez." (Lokman: 31/18)

Bu büyük felaketten ve kalbî âlem mikrobundan korunmak için mücahede şarttır. İnsan ahlâk-ı hamideyi kazanmak yolunda nefsini terbiye ve tezkiye etmeli, kibir tehlikesinden uzak olmalıdır.

Nifak

Nifak, riyanın ilerlemiş şekli hattâ ihanete varan değişik bir boyutu olarak anlaşılabilir. İtikadî yönü de olan nifak her türlü ikiyüzlülüğün, şahsiyetsizliğin temel sebebidir. Hattâ nifak fitnenin sebebidir, fitne ise katilden beterdir. Resul-i Ekrem (sav): "Fitne uykudadır, uyandırana Allah lanet eder." (Tirmizi) buyurarak, bu büyük felakete işaret etmiştir.

Nifak itikadî ve amelî yönü olan tehlikeli bir mânevî hastalıktır. Nifak, en kaba ifadesiyle, 'ikiyüzlülük' olarak ifade edilebilir. Halin amele, amelin hale uymaması, ilimle amelin mutabık olmaması, insanın iç ve dış dünyası arasındaki tenakuz ve uyumsuzluklar nifak olarak telakki edilir.

Bilindiği üzere itikadî anlamdaki nifak, en büyük şekavet unsurudur. Münafıklar en büyük azaba düçar olacaklardır. Zira nifak, insan onurunu zedeleyen en büyük şahsiyetsizliktir. Yeryüzünde bozgunculuk, çoğu defa nifak sebebiyle çıkmıştır. Genel karakterleri itibariyle münafıklar bozgunculuk yaparlar ve bunu islah hareketi olarak ifade ederler: "Kendilerine 'Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.' dendiği za- man, 'Bizler sadece ıslah edicileriz.' derler." (Bakara:2/11)

Münafıkların alemet-i farikası Allah'ın hükmüne karşı gösterdikleri hoşnutsuzluktur: "Onlara: 'Allah'ın indirdiğine ve Peygamber'e gelin.' dendiği zaman münafıkların, senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün." (Nisa:4/61)

Ameli anlamda da nifak vardır. Bunun alametleri sözünde durmamak, yalan konuşmak ve emanete ihanet etmektir.

Nifak, her türlü kötülüğün kaynağıdır. Ahlâk-ı zemimenin en tehlikelisi olan nifaktan kurtuluş için nefis terbiyesi şarttır.

Öfke

Gadap (öfke) ruhun kuvvetlerinden olup; nefis terbiye ve tezkiyesi ile mutedil halde tutulmaz ise ebedî hayatı tehdit eder. Gadabın ifradı vahşettir, barbarlıktır. Tefriki korkaklik, ortası (mutedili) ise şecaat ve kahramanlıktır.

Tasavvufî anlamda nefis, gadap ve şehvet duygusunun ikisine birden denir. Dolayısıyla kötülüklerin ana kaynağını temsil eden nefsin en önemli unsuru gadap duygusudur. Pek çok kötülük gadaptan kaynaklanmaktadır. Kuvvetin, gönül ve vicdan süzgecinden geçmesi halinde hayırlar getireceği mu- hakkaktır. Zaten gerçek kuvvet de budur:

"Kuvvet, pehlivanlık ile değildir; kuvvetli, hiddet anında nefsine hakim olandır." (Buhari ve Muvatta'dan Kütüb-ü Sitte Muhtasari, Hn: 4312, XII/294)

"Hiddetlenen kimse kendini cehenneme doğru sürüklemiş olur." (Bezzar ve Ibn Adiyy)

Her türlü kontrolsüz asabiyet duygusu, kontrolsuz gadaptan kaynaklanır. O halde öfkenin kontrolu ve İslâm'ın emrine verilmesi hayati önem taşır.

"İnkâr edenler, gönüllerindeki cahiliyye çağının asabiyet ateşini ateşlendirdiklerinde, Allah, peygamberine ve inananlara huzur indirdi; onların takva sözünü tutmalarını sağladı." (Feth:48/26)

"Onlar kafirlere karşı sert, birbirlerine merhametlidirler." (Feth:48/29)

"Gadap ve hiddet, kalpte yanan birer ateş parçası ve birer kıvılcımdır. Şah damarlarınızın şişmesini ve gözlerinizin kızarmasını görmüyor musun? Sizden birinize bu hâl geldiği vakit, ayakta ise otursun, oturuyorsa yatsın." ( Ebu Davud: Edeb, 4)

"Sizden biriniz öfkelendiği vakit, su ile abdest alsın, zira hiddet ateştendir." (Ebu Davud: Edeb, 4)

"En kuvvetliniz, hiddet anında nefsine hakim olanınız ve en yumuşağınız da kudreti yeterken affedeninizdir." (Ibni Ebid Dünya)

"Hiddetini yürütmek kudretinde olduğu hâlde onu yenen kimsenin kalbini, Allahu Teala kıyamet günü rızası ile doldurur." (Ibni Ebid Dünya)

"Kulun yutkunduğu şeylerde Allah katında en büyük mükafat kazanacağı, hiddet anında Allah rızası için yutkunarak hiddetini yenmesidir." (İbn Mace)

İnsan nefis terbiye ve tezkiyesiyle gadap duygusunu kon- trol altında tutmalı, onu mutedile çekmelidir.

İnsan ebedi hayatını emniyet ve selamete almak istiyorsa mutlaka gadabını sırat-ı müstakime uydurmalıdır.

Kaynak: Prof.Dr. Haydar Baş / İslam ve Mevlana