KÂFİRE GÜVEN OLMAZ I.....

         Müslümanların, Medine’de sarsılmaz bir İslam binasını yükselt­tiklerini gören müşrik ve münafıkların telaşı, gün geçtikçe artıyor­du. Geniş çaplı savaşlarda mü’minleri yenmek de artık mümkün olmuyordu. Resulullah’ın gücünü zayıflatmanın en uygun yolu, onar-yirmişer kişilik gruplar hâlinde Müslümanları merkez­den uzak bölgelere çekip baskınlar yaparak imha etmekti.

KÂFİRE GÜVEN OLMAZ I.....
Mimar Gökhan Demir

KÂFİRE GÜVEN OLMAZ I.....

   Kutlu Nebi’ye heyetler gönderip kabilelerini irşad için mürebbiler isteyeceklerdi. O’nun aslî vazife­si, tebliğ ve irşad olması hasebiyle, göndermemezlik yapamazdı. Böylece, yola çıkan mürşid heyeti, gece baskınları ile kolayca yok edilebilecekti. Fakat bâtıl taraftarların, her zaman unutageldikleri bir hakikat vardı: “Allah, mü’minlerin canlarını ve mallarını cen­net karşılığında satın almıştır.”

   Hicret’in dördüncü yılı. Adal ve Kâre kabileleri Resulullahtan irşad heyeti istiyordu. Asım b. Sabit’in riyasetinde on kişi­lik bir heyetle yola çıktılar. Başlarına gelecek şeylerden habersiz olarak yollarına devam ettiler. Nihayet Mekke ile Usfan arasında Raci adı verilen tenha bir bölgeye gelmişlerdi ki, iki yüz kişilik müşrik çetesinin baskınına mâruz kaldılar.

  Mürşid isteyenlerle, bölgenin sakinleri olan Hüzeyl kabilesi anlaşmışlar; Müslümanları yakalayıp Mekke müşriklerine satacaklardı. Asım b. Sabit, arkadaşlarına hemen dağın yamacına sığınma­larını söyledi.“Teslim olursanız sizi öldürmeyeceğiz” diyorlardı câniler. Asım; “Ben, bir kafirin sözüne güvenip de aşağıya inmem” dedi. Rabbine yönelerek; “İlahi, durumumuzu Resul’üne haber ver, selamımızı ilet” diyerek niyazda bulunduktan sonra kâfirlerle çar­pışmaya karar verdi.

   Kıyasıya bir mücadele başladı. Neticede Hu­beyb ve Zeyd b. Desinne dışındakiler şehid düştü. Hubeyb ve Zeyd ise, kafirlerin sözüne aldanıp teslim olmuşlardı. Zâlimler, bu iki Müslümanı Mekkelilere sattılar. Hubeyb, Hârisoğullarına satıldı. Zira, o, Bedir günü Hâris’i öl­dürmüştü. Buna karşılık olarak idam edilecekti. Etek tıraşı olmak için bir ustura istedi, verdiler. Bu esnada, Hâris’in kızlarından biri­nin küçük çocuğu, Hubeyb’in yanına koştu. Kucağına oturuverdi. Çocuk, bütün herşeyi altüst etmişti. İdam edilecek bir düşmanın kucağına oturmuştu. Herkes manzarayı uzaktan seyrediyordu. He­yecan doruktaydı. Çocuğun annesi feryad ediyordu. Fakat henüz Müslümanları ta­nıyamamıştı. Bilmiyordu ki Müslüman, değil bir çocuğu, masum bir insanı hatta bir hayvanı bile haksız yere incitmez, zulmetmez, öldürmez. Ancak müşrik kadın, kendi kafa yapısı ile düşünüyor,  Hz.Hamza’nın ciğerini yiyecek kadar vahşile­şen müşrik kadınların mantığıyla değerlendiriyordu:

   Hubeyb ustura ile çocuğun boynunu uçuracak diye kalbi ağzından fırlayacaktı kadının. Hubeyb, kadına dönerek; “Onu öldüreceğimden korktun? Haksız yere bir masumu öldürmek, ihanet etmek biz Müslü­manların özelliklerinden değildir” der. Çocuğu okşar,annesine tes­lim eder. İdam yerine getirildiğinde Hubeyb, namaz kılmak için izin is­ter. İki rekât namaz kılar. “Korktu demeyecek olsaydınız, şüphe­siz daha fazla kılardım” der. Bir ağaca asarlar; şehid olur.

    Zeyd b. Desinne ise Ebu Süfyan’ın elindedir. “Hayatının bağışlanması karşılığında Muhammed’in öldürülmesini ister misin?” diye sorar. Zeyd’in cevabı, balyoz gibi kafalarına iner: “Canım O’na feda olsun! Değil şurada öldürülmesi, ayağına bir dikenin batmasına bile razı olmam.” Bu cevap karşısında Ebu Süfyan; “Muhammed kadar, arkadaş­ları tarafından bu derece sevilen biri yoktur” demekten kendini ala­maz. Bu itiraf; mü’minlerin, kendilerine Hakk’ı tanıtan ve Hakk’a götüren önderlerine itimat, muhabbet ve teslimiyetin ölçüsünü işa­ret etmesi açısından dikkat çekicidir.

Devam edecek