KAMİL İNSANLARDAN ADALET ÖRNEKLERİ.....

  Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın, "Veda Hutbesinde İnsan Hakları" eserinde şu bilgilere yer veriliyor:

"İbn Mace, Ebu Sa'd'den şöyle rivayet etmiştir:

KAMİL İNSANLARDAN ADALET ÖRNEKLERİ.....
Mimar Gökhan Demir

KAMİL İNSANLARDAN ADALET ÖRNEKLERİ.....

Bir Arabî bir gün, Resûlullah'tan borcunu istemeye geldi. Çok şiddetli ve sert davranıyordu; "Ya ödeyeceksin veya ben seni bırakmam" diyordu.

Ashab, onu azarlayıp, "Yazıklar olsun sana! Sen kiminle konuştuğunu biliyor musun?" dediler.

Arabî, "Hakkımı istiyorum" dedi. 

O zaman Peygamberimiz (s.a.v) ashabına, "Siz hak sahibiyle beraber değil misiniz?" buyurdular. Sonra Havle binti Kays'a birini göndererek; "Şayet yanında hurma varsa ödünç versin, borcumuzu ödeyelim, sonra ona öderiz" diye haber gönderdi. 

Havle; "Annem babam sana feda olsun ya Resûlallah! Veririm" dedi. 

O da, borçlandı ve Arabî'ye borcunu ödedi ve ona yemek yedirdi. Arabî, "Sen bana verdin, Allah da sana versin" dedi. (Rahmeten li'l-Âlemin, Prof. Dr. Haydar Baş, c.2, s.368).

Hz. Ali (r.a) bir gün çarşıya çıkmıştı. Zırh satan bir Hıristiyana rastladı. Zırhlar arasında kendi zırhını tanıdı ve Hıristiyana, "Bu zırh, benimdir. Aramızda, Müslümanların kadısı hüküm verecek" dedi.

O zaman Müslümanların kadısı Şureyh idi. Kendisini Hz. Ali (r.a) kadı yapmıştı. Şureyh, Hz. Ali'yi görünce hemen ayağa kalktı. Hz. Ali'yi kendi yerine oturttu. Kendisi de Hıristiyanın yanına oturdu. 

Hz. Ali, "Ya Şureyh! Onunla (Hıristiyanı kastederek) benim aramızda hüküm ver." Şureyh, "Ne diyorsun ya Emire'l Müminîn?" dedi. Hz. Ali, "Şu zırh benimdir, uzun zamandan beri kayıptı" dedi. Şureyh, "Ne diyorsun ey Nasrâni?" diye Hıristiyana sordu. Hıristiyan, "Müminlerin emirini yalanlayamam fakat zırh benimdir" dedi. O zaman Şureyh, "Zırhı elinden almak için bir sebep göremiyorum. Ey müminlerin emiri; şayet bir deliliniz varsa getirin" dedi. Hz. Ali (r.a), "Şureyh doğru söyledi" dedi. O zaman Hıristiyan heyecanla atıldı, "Bu, nebîlerin hükmüdür. Müminlerin emiri, kendi tayin ettiği hakime geliyor, o da emîrin aleyhinde hüküm veriyor. Ey müminlerin emiri! O zırh senindir. Peşinizden geliyordum. Sizin devenizden düştü. Şimdi ben Müslüman oluyorum" dedi. Hz. Ali (r.a) da, "Mademki sen Müslüman oldun, o zırh senindir" dedi ve onu bir ata bindirdi. (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e., c.2, s.270).

Yukarıda örneklerini gördüğümüz adâlet; yüce Peygamber Hz. Muhammed'in (s.a.v) bir eseridir. Resûlullah'ın (s.a.v) ashabı, bu kadarcık kısa bir zaman içinde böylesine köklü bir adâlet anlayışını nasıl kavradılar? İşte toplumların bölük bölük İslâm'a girişlerinin sebebi de, Müslümanların bu âdil ve örnek davranışlarıdır. Bir insan, dünya ile ilgisini keser ve bir dağa çekilirse; onun adâlet sahibi olması çok kolay olur. Fakat Resûl-i Ekrem, münzevî bir hayat yaşayan veya dünya işlerinden el çeken bir kişi değildi. Yüzlerce kabileyle uğraşan bir insandı. Bu kabileler, boğaz boğaza gelmişlerdi. Bunların birini memnun eden bir hareket, diğerine ıstırap veriyordu. Resûl-i Ekrem, bunların kalplerini kazanarak İslâm'a çağırıyordu. Bu uğurda müşkilat çoktu. Buna rağmen Resûl-i Ekrem, bir lâhza dahi adâlet icaplarından ayrılmamıştır.

Adâletin tevziinde en mühim mesele, hâkimin tarafsızlık uğrunda kendi şahsî menfaatlerini feda etmesidir. Hz. Peygamber'in şahsiyetinde bunun en yüksek mertebede olduğu görülür.

Resûl-i Ekrem, son hastalığında bile halka hitaben, "Şayet bir kimseye karşı bir hatada bulunduysam; maddî veya mânevî bir sûrette her kimi incittiysem; mala, cana, şerefe her ne şekilde tecavüzde bulunduysam; benden bu dünyada tazminat istesin" buyurmuştur. (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e., c.2, s.271)."