Kalp; insandaki âyine-i ilahî.....

Nasıl ki kirlenmiş eşyalarımızı su ile, deterjan ile temizliyoruz; kalpteki kirde istiğfarla temizleniyor.

<Kalp; insandaki âyine-i ilahî.....

Cenab-ı Hak her an kullarına tecelli eder. Cenab-ı Vaci- bu'l-Vücud Hazretlerinin kullarının kalbine tecelli edebilmesi için o kalbin sahibi insanın, kalbini Rabbinin tecellisine hazır hale getirmesi lazımdır.
 
Bu durumu şöyle bir örnekle anlatalım: Kendimizi eşya dolu bir yerde farzedelim. Tamamen, tıklım tıklım eşya dolu bir yer. Tamamen eşya ile dolmuş olan bu yere başka bir şey koymanız mümkün değildir artık.
 
Yeni bir şeyi koymak için mevcut olanı boşaltmak şarttır. İşte bu örnekte olduğu gibi, insanın kalbi de böyle bir mekândır, evdir.
 
Hakikatte beytullah dediğimiz evde, -beytullah Allah'ın evi mânâsına gelir- insanoğlunun kalbidir. "Yere ve göğe sığmam, mü'min kulumun kalbine sığarım" buyuruyor Cenab-ı Hak...
 
Öyle bir âlem, öyle bir kainat, öyle bir hakikat var ki insanda, buna, mutasavvıflar "âyine-i İlahî" de diyorlar.
 
Âyine-i İlahî ne demek?
 
Allah'ın varlığını yansıtan ayna demektir. Bu kimde mevcut? İnsan dediğimiz mahlukta mevcut. Sende, bende bir ayna var. Bu aynadan Hak görülüyor. Bu mekânda Allah, -tabir-i caizse- ziyaret ediliyor. O kalp evi, gönül evi. O kalbe Cenab-ı Hakk'ın tecelli edebilmesi için evvela o kalbin boşalması lazım.
 
Peki kalp nasıl boşalacak?


 
Genelde ibadet, özelde istiğfar; kalbi, Allah'tan gayrı şeylerden boşaltan en büyük etkendir, faktördür.
 
Nasıl ki kirlenmiş eşyalarımızı su ile, deterjan ile temizliyoruz; kalpteki kirde istiğfarla temizleniyor. İstiğfar yoluyla temizlenen kalbi tezyin etmek, güzelleştirmek de Allah'ın Sevgilisi Muhammed Mustafa Efendimize (s.a.v.) getireceğimiz salat-ü selam ile mümkün oluyor.
 
Salat-ü selam, çok önemli bir konudur ve mü'minin en büyük vazifelerinden biridir. Çünkü, bu vazife bizzat ayet-i kerime ile farz kılınmıştır. İlgili ayet-i kerimede (ki bu ayet her Cuma namazında tekrar edilir) "Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamberine salat ve selam okuyor. Ey iman edenler! Siz de okuyun" buyuruluyor. Bu apaçık bir emirdir.
 
Ayeti incelediğimizde, Resûlullah'ın yüceliğinin yanında, Cenab-ı Hakkın O'nu nasıl sevdiği de apaçık ortaya çıkmış oluyor. Çünkü bizzat Cenab-ı Hak Habibine salat-ü selam okuyor. Buna melekler de iştirak ediyor.
 
Bununla da bitmiyor; akabinde mü'minlere "Siz de O'na salat-ü selam okuyun" emri geliyor. Allah'ımızın beyanı bu. İşte temizlenen kalbin süsü Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (s.a.v.) salat ve selam getirmektir. "Allahümme salli ala Muhammedin ve ala âli Muhammed" demektir.
 
İnsan ancak ibadetle ârif olabilir


 
Allah, insanı bir maksat için halketti. Neydi o maksat? Allah'ı tanımak, bilmek, bulmak, O'na kul olmak. "Ben insanları ve cinleri ancak Bana kul olsun diye yarattım?" buyuruyor Cenab-ı Hak. Buradaki "li ya'budun (ibadet etsinler)" beyanını ulema-i âmilin ve de meşreb-i sufiyye uleması "Allah'ı bilsin, Allah'ı tanısın" olarak tefsir ederler. Peki, "Allah'ın tanınması nasıl olur?" diye sorulursa, yukarıda da belirttiğimiz gibi, "ancak ibadetle olur" deriz.
 
Allah, kullarının kalbine tecelli eder. İsimleri ile tecelli eder, sıfatları ile tecelli eder, Zât-ı Barisi ile tecelli eder. Rabbimiz bize nasıl tecelli ederse, biz o yönü ile o Rabbimizi tanırız.
 
Onun için Allah'ı çokça anmak, zikretmek, O'na ibadet etmek; O'nu tanımak için anahtardır. Ayette, "Beni zikret Ben de seni zikredeyim" buyruluyor.
 
Yani sen, Rabbini ne kadar tanırsan, O da, seni o kadar tanır. Seni ne kadar tanırsa Zâtını, sana o kadar tanıtır. Bu ayetin bir anlamı da budur. Dolayısıyla, Allah'a kulluk yapmayan bir insan ile, ubudiyetle hayatını değerlendiren insanın Allah'ı tanıması ve de anlatması bir olmaz.
 
Allah'ı tanımak bir hâldir. Kalbî bir olaydır. Bazen şöyle bir soruyla muhatap oluyoruz: "Efendim, okuyarak biz bu işi elde edemez miyiz?"
 
El cevap, edemeyiz. Bu mümkün değildir. Hatta, bazı büyük velilerin ümmi olduğu görülür.
 
Mesela, Üveysü'l-Karanî okuma yazma bilmez. Onlar bulundukları mevkie okuyarak değil, ibadet vasıtasıyla Cenab-ı Hakka kurdukları kurbiyyetle gelmişlerdir.
 
Rabbimiz onların kalbine isimleri ile tecelli etti; Rablerini öyle tanıdılar, esma-i ilahisiyle tanıdılar. Sıfat-ı Barisiyle tecelli etti; Sıfat-ı Bariden tanıdılar. Bazen de Zâtıyla tecelli etti; Zât-ı Barisi ile tanıdılar.
 
Bu tecelliler Allah'a yakınlığı tesis eder. Bir kudsi hadiste Cenab-ı Hak, "Ben kulumun gören gözü, işiten kulağı, yürüyen ayağı, konuşan dili, tutan eli olurum" buyuruyor. İbadet ve zikir yoluyla gelen bu yakınlık neticesinde, Allah ile bakanın basiret gözü açılır; öteleri seyreder; kalp kulağı açılır, öte âleme ait sesleri duyar.
 
İşte ârif-i billah böyle olunur. Gerçek ilim ve hikmet sahibi de bu zevât-ı kiramdır. Bize düşen vazife, onların gösterdiği istikamette yürüyüp Hakk'ı talep etmektir.
 
Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmak


 
İbadet, aynı zamanda insanın nefsanî istek ve arzularını kırar. Nefsanî istek ve arzuları kırılan insan Rabbine meyleder. Nefse ait engeller ortadan kalkıp Hakk'a ait kapılar açıldığı zaman, İlahî rahmet kapılarından mü'minin gönlüne Cenab-ı Vacibu'l-Vücud Hazretlerinin feyzi oluk oluk akmaya başlar.
 
Misal olarak verilir; Kor'un içerisine kömür atıldığı zaman bir de bakıyorsunuz simsiyah kömür kor'un rengine bürünmüş; o da kıpkırmızı ateş parçası haline gelmiş.
 
Bunun gibi, ubudiyet insanı ruhanî âleme sevk ettiği zaman, nefis, varlık iddiasından, benlik iddiasından vazgeçerek kendini Allah'a teslim etmiş olur. Zaten terbiyenin temelinde yatan asıl etken de insanın Rabbine teslim olmasıdır.
 
Öyleyse terbiye nedir?
 
Terbiye, insanın ahlakının Rablaşmasıdır. "Bu nasıl olur?" diye sorulursa, deriz ki: "Tahallakullah" diye bir gerçek var. Cenab-ı Hak, "Allah'ın ahlakı ile ahlaklanın" buyuruyor. Mü'minin ahlakı, nefsin kontrolünden çıkarak, Cenab-ı Hakk'ın ahlakına, davranışına bürünürse, "Tahallakullah" gerçekleşmiş olur.
 
Ahlakın doruk noktası Peygamberimiz Hz. Muhammed'dedir (s.a.v.). Sonra, O'nun pak Ehl-i Beyt'indedir. Sonra da onların yolunda giden sâlih ve sâliha kullardadır.
 
Özetlersek; ebedî hayatın kazanılması ve ahiret saadeti için ibadet şarttır. Burada mutlak örnek Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ve Ehl-i Beyt'inin ibadet hayatının takip edilmesi zaruridir. Yine Allah'ı zikretmek ve Resûlüne salat ü selam getirmek ahlakın kemâle er-mesinin ve marifete erişmenin yegâne yoludur. Duamız; Cenab-ı Hakkın bu yolda bizi muvaffak eylemesidir." (Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Dergisi Mart 2012) H: Akın Aydın