‘Kadere güvenip nefsin hatası için özür arama’

Ey evlat! Şu dünyada içlerine girip hoşbeş ettiğin kimseleri yarın görmen kabil değildir. Onlarla aran açılacak. Bu hâli görmeden kötü arkadaşlarından ayrılmak istemezsin

<‘Kadere güvenip nefsin hatası için özür arama’

TÜRK-AZ HABER / DİN

Ey evlat! Şu dünyada içlerine girip hoşbeş ettiğin kimseleri yarın görmen kabil değildir. Onlarla aran açılacak. Bu hâli görmeden kötü arkadaşlarından ayrılmak istemezsin.

O kötü kişiler, seni Hak'tan ayıranlardır. Hakk'ın yabancısı olan onlardır. Mutlaka halkla temas gerekli ise şüpheli işleri dahi yapmayan, zâhid, irfan sahibi ve bildiği ile amel edip Hakk'ı dileyenleri ara. Ve Hakk'ın arzu ettiği zâtları bul.

Seni kullardan kurtaran ve Hakk'a götüren kimselerle ol; Hak yakınlığını sağlayan kimseleri bul.

Seni kim bataklıktan çıkarır, doğru yola koyarsa onu dile. Gözlerini dünyadan çeviren ve âhirete açtıran zâtı sor.

Dünyanın katlarını gözünden silip öbür âlemin köşklerini göstereni iste. O kimse ki, seni perişan hâlinden çeker ve nurlu âlemin hoşluğuna götürür, işte sana o yarar.

Saydığımız vasıtaları benliğinde taşıyan kimseleri ara ve arkadaş ol. Sözleri acı da gelse dayanmayı bil.

Emrini ve yasağını kabullen; hayrın peşinini ve geleceğini hemen görürsün. Kahraman ol, sabırlı kişi kahramandır. Şecaatin, bir anlık sabırdan ibaret olduğu malûmdur.

Seleyi sepeti al, amel kapısında otur. Çünkü bugün yaptığın iş kadar yarın işleme tâbi tutulursun.

Sebeplerin hakkını öde. Tevekküle düş, işler nerede yapılıyorsa oraya koş ve orada kal. Elinde taşıdığın ve üzerinde tuttuğun şeyleri alıp karşılığını vermezlerse üzülme.

Yerinden kıpırdama. Seni bir bayağı kimse işine çağırırsa kendini tevekkül denizine at. Sebeple, onları Yaratan'ı bir gör. Hocana karşı iyi edepli ol; sessiz hâlin, sözünden çok olsun.

Bu hâl, öğreneceğin şeyler için daha yararlı olur; sana bilmediğini öğreten zâtın kalbine daha yakın kılar.

İyi edep seni arzularına daha yakın kılar, kötü edep ise uzak kılar.

Sen bu hâlinle edebi nasıl bulabilirsin ki, hiç edep sahipleriyle bir olduğun yok. Hocanı memnun etmiyorsun. Neyi öğrenebilirsin ki. Onun için kalbinde iyi duygu beslemiyorsun.

Dünya, önden sona hikmetle doludur ve çalışma yeridir; âhiret ise, kudret âlemidir. Dünya hikmete mebni olup âhiret ise kudrete...

Hikmet âleminde çalışmayı bırakma. Kudret âleminde işleri Hak görür, O'nun kudretini küçümsemek aklına gelmesin.

Bu hikmet âleminde O'nun hikmetine göre çalış; işlerin görülmesini O'nun kudretinden bekleme.

Kadere güvenip nefsin hatası için özür arama. Kaderi bir hüccet sayıp iş yapmayı bırakma. Kaderin hükmünü öne sürmek tembellere hastır. Kadere geçmek, ancak emir ve yasaklar dışında olur. Herhangi bir emre bağlı olmayan işle kadere uyman olur.

İman sahibi, dünyaya kapılmaz, onda olan geçici şeylere bakmaz. Ancak ondaki kısmetini alır, kalbini Hakk'a verir. Burada işi bitinceye kadar durmak zorundadır. İş tamam olursa göçer, gider. Dünyanın ateşli işleri ondan beridir.

Yakıcılığa giden dünyaya kalbin girmesi için izin verilir.

İman sahibinin iç âlemi, elçiler evine benzer. Sır kemâle erince, kalbi himayesine alır. Kalp de, bu yolda ergin olursa maddî telâşı bırakmış olan nefsi emrine alır. Ayrıca bütün duygulara da fermanını geçirir.

Bu işler böyle devam ederken iman sahibinin beslemek zorunda olduğu kimseler, muhtaç durumda olmazlarsa onlardan ayrılır. Böylece halkın şerrinden kurtulur. Hatta onları Hakk'a itaat bile ettirir.

Bu iman sahibinin, maddî bakımdan kullarla arası açık olur. Bu sebeple tek başına Hakk'a kulluk yolunu tutmaya bakar. Bir kendi, bir de Rabb'i kalır. Bu da geçer, O'nunla olur. Sanır ki, halk hiç yaratılmamış. Tabiî bu duygu o iman sahibine göre olur.

Zamanda öyle duygulara kapılır ki, iç âleminden Hak yalnız kendisini yarattı sanır ve yalnız kendisi var gibi hisseder. Kendisini ezelî varlığın akıntısına atar.

Yapan Hak, kendisi ise bir âlet... Ortada bir matlup kalır, kendisi ise talip olur. Görünürde bir asıl vardır, kendisi de onun uzanmış bir kolu... Bu hâlde, O'nun gayrini anlamaz ve O'ndan başkasını görmez.

Hak Teâlâ iman sahibini halktan beri alır. Sonra dilerse gönderir. Onların arasında değilmiş gibi meydana atar. Aralarına girince iyiliklerini düşünür ve onlara yarayan ne ise onu yapar. Onları hidayete götürür. Zahmet verirlerse sabra devam eder. Çünkü Yaratan'ın rızasının bu yolda olduğunu bilir.

Velayet makamına tam sahip olan zâtlar, kalplerin ve sır âleminin bekçileridir. Onlar Hak'la kaim olur, başkasını bilmezler. İşlerini başkaları için değil, Hak için yaparlar.

Ey içi bozuk, bunlardan haberin var mı? İmandan ne haber? O da yok... Hak'la ülfet kabilinden bir şey bildiğin var mı? O da yok. Yakında öleceksin; ölümden sonra yaptıklarına pişman olacaksın. İyi kelâm etmek seni aldattı.

Dilin güzel söze alıştığı için söyledin ve aldandın; halbuki kalbin hiçbir şeyden anlamaz ve kekeme. Bu hâl seni kurtaramaz. Fesahat ve güzel konuşmayı kalp yapmalı. Dilin iyi lâflar etmesi faydasızdır. Bu hâlde nefsin üstüne eğil ve ona bin defa ağla; halka da bir defa...

Ey ölü kalpli, Allah yolcularını bulamayan ve kendi başına işler açan, tedbirler kuran, fâni varlığını ve yaratılmışları Hak varlığına perde eden adam, ağla; bin defa ağla. Halka bir acırsan, kendine bin defa acı ve ağla...

İlâhî, ben dilsizim, konuşturanım Sensin... Halka sözümden fayda ver; onların iyiliğini elimde bitir. Aksi hâlde beni yine lâl eyle..." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethur'r Rabbani eserinden)