Kabir ehli lisan-ı hal ile şöyle der.....

Güzel yüzlerimiz çirkinleşti, nazik bedenlerimiz dağıldı, kabir darlığı bize zor geldi, birbirimizden korkuyu miras aldık, şekillerimizin belirgin özellikleri tanınmaz oldu

<Kabir ehli lisan-ı hal ile şöyle der.....

İmam Ali (a.s.) buyurdu ki: "İzleri kaybolsa da, haberleri gelmese de, şüphesiz ibret alan gözler onları görmekte ve akıl kulakları seslerini duymaktadır. Konuşma aracı olmaksızın (lisan-ı hal ile) şöyle derler: "Güzel yüzlerimiz çirkinleşti, nazik bedenlerimiz dağıldı, yırtık elbiseler giydik, kabir darlığı bize zor geldi, birbirimizden korkuyu miras aldık, üzerimize sessiz yerleşme merkezleri olan kabirler yıkıldı da bütün bunlar yüzünden cesetlerimizin güzelliği silindi. Şekillerimizin belirgin özellikleri tanınmaz oldu. Korku diyarlarında kalmamız uzadı; ne sıkıntıdan bir çıkış, ne darlıktan bir genişlik bulabildik!" Keşke, aklınla onları betimleyebilsen veya senin için onların üzerine örtülmüş örtüler kaldırıla- bilseydi de hallerinin nice olduğunu bir görebilseydin! Kulaklarını kurtlar yemiş de duymaz olmuşlar, sürme yerine gözlerine toprak dolmuş da kör olmuşlar, işleyen diller ağızlardan kopup ayrılmış, uyanık kalpler göğüslerinde darmadağın olmuş, bütün azalarda (ölümün etkisiyle) bozulmalar olmuş, azalarını çirkin bir hale sokmuş ve yok olmayı kolaylaştırmıştır. Hepsi teslim olmuşlardır. Ne onu savunacak bir elleri ne ağlayıp sızlayacak bir kalpleri vardır! Kalplerinin hüzünlendiğini ve gözlerinin çerçöp dolu olduğunu görürsün. Bütün bu işlerde onlar için değişmeyen bir özellik, aşılmayan bir zorluk vardır.

Yer nice değerli ve güzel renkli bedenleri yutmuştur. O, dünyada birçok çeşitli nimetlere sahipti, büyük makamları vardı. Kendisine bir musibet indiği zaman eğlenceyle oyalanır, oyun ve eğlencelerden taviz vermez, kendine teselli arardı.

Umursamaz bir hayatın gölgesinde gülerken, dünya da ona gülüyordu. Zaman o dikenini batırdığı, günler kuvvetini yok ettiği ve ölüm ona yakından baktığı zaman, kendisini bilmediği bir hüzün sardı, önceden haberdar olmadığı gizli dertlere duçar oldu, sağlığından emin olduğu bir anda hastalık belirtileri ortaya çıktı. O bu haliyle, sıcağı soğukla ve soğuğu sıcakla tedavi eden doktorlara sığınmış; ama soğukla başarılmaya çalışılan sıcak arttıkça artmış, sıcakla tedavi edilmek istenen soğuk da artış kaydetmiştir. Bu tedavi hastalığını iyileştirmedi, hatta hastalıkları daha da arttırdı. Uzmanlar bile onun derdine derman bulmaktan aciz kalmışlar, hastalığını soranlara hiç bir cevap verememişler, gizledikleri içler acısı haberi onun gıyabında tartışmışlardır.

Böylece birisi "O işte böyledir!" diyor; diğeri, tekrar sıhhatine kavuşması için ümit veriyor; bir diğeri ölümüne baş sağlığı dileyip ailesine, ondan önce ölüp gidenlerin ailelerini hatırlatıyordu. Aynı şekilde o, dünyadan ayrılmak ve sevdiklerini terk etmek üzereyken bir anda boğazı tıkandı, şuuru kapandı, dili kurudu, bildiği birçok cevabı hatırladı da dilinde onları söyleyecek takati bulamadı. Hürmet ettiği nice büyükten ve sevgi beslediği nice küçükten kalbine elem veren çağrılar işittiği halde onları işitmezlikten gelir. Kuşkusuz ki ölümün izah edilemeyen ve dünya ehlinin akıllarına hayallerine bile getirmeleri imkânsız olan daha nice zorlukları ve sıkıntıları vardır."