İslam’ın maksadı mükemmel mü’mindir. (Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Dergisi Kasım 2012).....

Mükemmel insanın elinde mükemmel siyaset olur, mükemmel sanat, mükemmel zanaat, mükemmel ziraat, mükemmel ticaret olur.

<İslam’ın maksadı mükemmel mü’mindir. (Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Dergisi Kasım 2012).....

İslam'ın maksadı mükemmel bir mü'mindir, Müslümandır. Bu Müslümanın vazifeleri ve sıfatları vardır. Kur'an'ın bütünlüğü içerisinde baktığımızda; bunu "Müslümanın kemâli" olarak da ifade edebiliriz. Müslümanın hedefi bu hâli yakalamak olmalı.
 
Zaten İslam da böyle bir insan modelini hedefliyor. O mükemmel insanın elinde mükemmel siyaset olur, mükemmel sanat, mükemmel zanaat, mükemmel ziraat, mükemmel ticaret olur. Ölçülere bağlı insanın olmadığı yerde, -kurallar ve kaideler ne olursa olsun- iyiyi göremezsiniz.
 
Konu buraya gelmişken, İslam'a göre insanın tasnifini inceleme zarureti vardır. Kur'an'da, insanın, Kur'an'a karşı takındığı tavra göre sınıflandırıldığını görüyoruz.
 
Genelde bu tasnif içerisinde mü'minin kim olduğunu daha önceki yazılarımızda anlatmaya çalıştık. Mü'min modeli dışında Kur'an'da takdim edilen insan modelleri de vardır. Bunların kim olduğunu ve özelliklerini de kısaca özetleyelim.
 
Çok basit ifadeyle, İslam'a tam bir imanla inanıp amel eden mü'minin zıddı bir hâl ile hayatını sürdüren insan tipleridir bunlar. Bunları, İslam ölçülerini tamamen reddeden kafirler ve inanmadığı halde inanmış görünen münafıklar olarak tasnif edebiliriz.
 
Münafıklar; başta kendine olmak üzere, insanlara ve dolayısıyla içtimai hayata verdikleri zarar itibarıyla en tehlikeli sınıftır. Allah bu iki sınıfın şerrinden bizleri halas eylesin, muhafaza eylesin!
 
İnanmayan bellidir. İslam'ın şartlarına, hiçbir şeye inanmaz. Hiçbir ibadeti yerine getirmez. Bomboş bir hayatı vardır. İnanmadığı için de onu durduracak hiçbir engel yoktur. Ahlaki ve insanî kaidelerden uzaktır. Dolayısıyla, tamamen dünyevî dürtüler çerçevesinde bir hayat yaşar. Bu tür insanlardan oluşan bir toplum -görünüşte çok cazip gibi gözükse de- derinlemesine bakıldığında darmadağın olmaya mahkumdur.
 
Hesap endişesinden mahrumiyet
 

 
Gelelim münafığın özelliklerine... Kur'an ayetlerinde en çok yerilen sınıflardan biridir münafıklar... Ayrıca hadislerde; "yalan konuşan, sözünde durmayan ve emanete hıyanet eden" insanlar olduğu belirtilir.
 
Aslında münafığın hâli çok enteresandır. Gelir, seninle oturur yüzüne güler; gider, arka tarafta alay eder, aleyhine konuşur. Sonra kendince, "enayileri kandırdım" der. Bunlar ayet mealleridir.
 
Bir dostum, nifak ehlini tasvir ederken şöyle derdi: "Senin en yakınını canavarla parçalar, öldürür; güzelce yer. Ondan sonra gelip seninle oturup ağlar." Çok yerinde bir benzetmedir bu.
 
Bugün bu tip olaylar fazlasıyla zuhur etmektedir. Hepimizin malumudur; adam gidiyor, ümmetin, Müslümanın aleyhinde en hassas konularda, en korkunç tavizleri veriyor, ondan sonra geliyor, "ah, vah!" ediyor.
 
Bizce iman ehli olduğu halde sonunda nifaka düşenlerin en büyük zafiyeti, Allah'a hesap verme endişesinden mahrum olmalarıdır. Bir insan bu endişeden mahrum olursa -Allah muhafaza eylesin- her türlü çirkin hallere duçar olup her şeyini kaybedebilir.
 
Dolayısıyla, biz, her şeyden evvel Allah'a vereceğimiz hesabı düşünürsek, bu hesaptan nasıl temize çıkabileceğimiz endişesini taşırsak, bu nifaktan da kurtuluruz.
 
Bu hâllerin cezası ağır
 

 
Kur'an-ı Kerim'de beyan edildiği üzere, münafıklar, cehennemde kafirlerden daha aşağıda bulunurlar. Çünkü yine Kur'an'da, "yeryüzünün en bozguncu insanları" olarak nitelendiriliyorlar.
 
Ayet-i celilede Cenab-ı Hak, münafığın iç tabiatını beyanla, "Onların kalpleri hastadır. Devamlı da o hastalığı çoğaltırız" buyuruyor. "Bu yaptıklarınızdan vazgeçin, memleketi fesada sürüklüyorsunuz, denildiği zaman derler ki: 'Biz onları doğrultuyoruz, Hakk'a davet ediyoruz.' Onlar bilmezler ki, fesada verenlerin ta kendileridirler."
 
Burada dikkat edilmesi gereken husus; münafığın, fitne verdiği halde kendisinin hak ve hakikat üzere olduğunu beyan etmesidir. Sürekli taraf değiştirmesidir. İşte ayetin dikkat çekici tarafı bu. Yani, yanına geliyor, bakıyorsun, dört dörtlük bir adam; gidiyor, çok farklı bir insana dönüşüyor.
 
Diğer taraftan kafirin hâli bellidir. Onun görünen bir yüzü vardır. Onunla sana, "Ben buyum" der. Yani küfrünü inkar etmez.
 
Yine başka ayetlerde, "Onlar namaz kılmaz", "Zikretmez" diye geçmiyor. "Allah'ı az zikrederler" ifadesi var. Onlar, namaza kalkarken sanki sırtlarında ağır bir yük varmış gibi, zoraki olarak kalkarlar.
 
Hülasa; onlara dışarıdan bakıldığında iman ehli gibi gözüküyor, ama öyle değil. Dolayısıyla, "Onlar için elim bir azap vardır." Allah hepimizi böyle bir akıbetten korusun! İmanımızı güçlendirsin!
 
Müşahhas örnek zarureti
 

 
Buraya kadar iman ve amellerinin durumuna göre insanların nasıl sınıflandırıldığını kısaca anlattık. Her mevzuda olduğu gibi bu sahada da örnek insandan bahsetmeden geçmek büyük eksiklik olur.
 
Örnek insanın hayatı, Kur'an'ın tarif ettiği ölçüler çerçevesinde Peygamber Efendimizin ve Ehl-i Beyt'in yaşadığı hayattır. Kısaca, bir mü'min, Kur'an'da mücerret olarak ifade edilen, Peygamber Efendimizin ve Ehl-i Beyt'in hayatında müşahhaslaşan hususları bütün incelikleriyle yaşayan canlı birer örneğe ihtiyaç duyar.
 
Sabır, kanaat, tevekkül, tefekkür, iz'an, iman... Bütün bunlar insanın şekil olarak, hâl olarak karşısında görmekle elde edeceği durumlardır. Bunu birebir görmediği taktirde sonuç alınamaz.
 
Mesela "Huşû" diye bir kavram var. Ayetlerde "Huşû ile namaz kılanlar'dan bahsediliyor. Acaba huşû nasıl olacak? İşte bizim bu hâli, örnek insanda müşahede etmemiz lazım ki, örnek alalım. Onu görmezsek, riya yapar, bunun adına da huşû deriz.
 
Aslında bu konular çok derin ve geniş konulardır. Biz bu kadarıyla iktifa edelim. Ve Cenab-ı Vacibu'l-Vücud Hazretlerinden bizi, örnek insanların hâlleriyle hâllendirmesini niyaz edelim." (Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Dergisi Kasım 2012) H. Akın Aydın