İSLAM’A DAVETİN DÖNEMLERİ II.....

Dünden devam eden

Artık Müslüman kadrolar, cemaatleşme safhasını yaşamaktadırlar. Medineli Ensar, Mekkeli Muhacirlere gönüllerini ve yurtlarını aç­mışlar; herşeylerini paylaşmışlardır. Bu birliktelik ve sayının çoğa­lıp ilişkilerin sıklaşması neticesinde muamelat hükümlerine ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır.

<İSLAM’A DAVETİN DÖNEMLERİ II.....

Cenab-ı Hak, onların terbiye ve kemâlle­rini bu yönden de tamamlamak üzere, hem âdâb-ı muaşeret, ticaret ve aile hukukunu içeren, hem de içki, kumar gibi cemaat ve cemi­yetleri içten içe kemirerek yıkıma götürebilecek şeyleri yasaklayıcı ayetler indirerek, onları örnek fertler oluş safhasından, örnek bir cemaat oluş safhasına iletmiştir.

Şunu belirtmeliyiz ki, davetin her safhasının ayrı metodu ve çi­lesi vardır. İlk iki safhada; sohbet edip, ferden örnek olarak ve bir ibadet ortamına çekilerek insanlar irşad edilmiştir. Bu metod ile, konuşanın samimiyeti sayesinde birçok insanın kazanılmasına ve­sile olunmuştur. Fakat örnek bir cemiyet gösterme avantajına sa­hip olunamadığı için, birçoğu ikna olmamış veya yüzyüze nasihat dinlemek kendilerine ağır gelmiştir. Ya da, yaşadıkları cemiyet ve hayat tarzına alışmış olmaları, kendileri için en güzel hayat nizamı­nı idrak etmelerine perde olabilmiştir. İşte bu perdelerin yıkılması; ferdiyette kemâlin yanında, cemiyet ve cemaat olarak da kemâlin izhar edilmesiyle mümkündür. Bu şekilde, gerek beşerî münase­betler ve insan hakları, gerek ticaret hayatı, gerekse de aile hayatı olarak örnek bir toplulukla birlikte İslam’a vitrin olmanın tesiri de o nisbette büyük olacaktır. Bir batılı mütefekkirin; “Sadece bir köy dolusu insan İslam’ı hakkıyla yaşayıp örnek olsunlar; bütün dünya Müslüman oluverir” demesi büyük bir hakikatin ifadesidir.

İşte Medine’de Allah Resulü, her yönüyle örnek olan insanla­rı adeta birbirleriyle kenetleyerek örnek bir toplum oluşturmaya çalıştı. Cenneti arıyordu insanlık, neyi aradığını bilmeden... Allah Resulü, Cennetlik insanlar yetiştirip, o insanlardan bir cemiyet kur­du ki, bu cemiyet; ticaretiyle, ahlakıyla, sevgisiyle, aile hayatıyla kısaca herşeyiyle Cennetin izini ve kokusunu taşıyordu. Resulûllah Efendimiz, insanlığı Cennet bahçelerine davet etti ve koştular öbek öbek, aradıkları Cennet nizamına.

Buradan anlaşılıyor ki, tebliği büyütmek, güçlü kılmak ve daha yaygın bir kesime ulaştırmak için, inananlar her devirde; ticarî, kültürel, hukukî ve ailevî birlikler kurarak topluma gerçek mânâda örnek ve rehber olabilmelidirler. Zira, İslam’ı örnek bir cemaat ola­rak yaşayıp vitrinlemedikçe muvaffakiyet mümkün olmamaktadır.

4. Puta tapanlarla açık olarak savaşıldığı dönem:

Bu dönemde, cemaatleşmeden de öte, bir devletleşme sözkonu­sudur. Cihad hükmü, toplum bünyesine tam mânâsıyla yerleşmiştir.

Bu safhada cemiyet, kemâle ulaşarak devlet hâlini almıştır. Bu safhada irşad, yeni bir boyut kazanmaktadır ki, o da cihaddır. Or­taya koyduğu örnek nizamın, şahsî menfaatlerinin gitmesinden korkarak yerleşmesine engel olan; bu sûretle toplumun huzura er­mesine set çeken insanlarca dışlanması ve kabul edilmemesi neti­cesinde İslam devleti, irşada cihad boyutunu eklemiştir. Örnek bir cemiyette yaşayıp bununla yetinmek, Allah’ın halifesi olan insana yaraşmaz. Müslüman, dinini bütün âleme yaymak için hayatta­dır. Nihai hedef budur. Çünkü her insan ve ülke nizama muhtaçtır. “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” hadisi muktezasınca; mü’min, yaşadığı huzuru bütün insanlığa aktarmaya mecburdur. Diğer toplumları da kemiren beşerî sistemler ve bu sistemlerin kan emicilerinden insanlığı kurtarmak için cihad etmek Müslümanın en mukaddes vazifesidir. Bu mânâda, cihad, yeni bir ülke elde etmek ya da insan öldürmek için değil, insanlığa hayatı sunmak içindir.

Fatih Sultan Mehmet Han’ın Trabzon’u fethe giderken; “Bu ka­dar meşakkate değer mi?” diye soran bir kadına; “Sen zanneder mi­sin ki, biz toprak sevdasındayız? Gayemiz, i’lâ-yı kelimetullahtır” diye cevap vermesinde bu nükte gizlidir. Yine tarih şahittir ki; Pro­testan Hıristiyanların, Katoliklerin zulmünden usanarak defaatle Osmanlı padişahlarını ülkelerine çağırmaları da, bu kutsal niyetin insanlık tarafından apaçık bir takdir edilişidir.

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa :  503 /506

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir