İslam’ı dava edinen kimselerin dikkat edecekleri en önemli husus; bütün maksatlarının, gayelerinin İslam olmasıdır. Yani İslam’a, bütün muhabbetleri, bütün varlıkları ile bağlanmalıdırlar. Hayatlarını yalnız ve yalnızca İslam’a adamalıdırlar.
20-01-2022Resul-i Ekrem’in 23 yıllık tebliğ hayatına baktığımızda; kendini herşeyiyle İslam davasına adadığını görürüz. Yer, zaman ve şartlar ne olursa olsun, Resulûllah (s.a.v.) daima, Allah’ın hükmünü insanlar arasında geçerli kılmak için uğraşmıştır. Kureyşli müşriklerin, mü’minleri boykot ettikleri dönemde; o yokluk, kıtlık ve sefalet içinde Ukaz ve Mecenne panayırlarına gidiyor, değişik kabilelere mensup insanları İslam’a davet ediyordu. İslam’ı böylesine kendine dava edinmişti.
İslam’a davet, amelî olmalıdır. Sözler de önemli olmakla birlikte, amel sözlerin üzerindedir. Resulûllah (s.a.v.), İslam’ı önce kendi nefsinde yaşamış, hazmetmişti. O’nun daveti, amelîydi. O, canlı Kur’an’dı. Davayı, insanlar O’nun şahsında, hayatında canlı olarak müşahade edebiliyorlardı. a Davetçi, İslam’ın arzu ve isteklerini, kendi arzu ve isteklerinin üzerinde tutmalıdır. Resul-i Ekrem (s.a.v.), daima Allah’ın hükümleriyle hükmetmiş, Allah’ın (c.c.) kızdığına kızmış, sevdiğini sevmiştir. Ashabına da, her zaman, kendi nefisleriyle değil, Allah’ın ayetleriyle hüküm vermelerini emretmiştir.
Kaabiliyetli liderler yetiştirmelidir. Çünkü her dava, liderlerin omuzlarında yürür. Cenab-ı Peygamber, Mekke devrinde, davanın yapı taşları niteliğinde olan Sahabe-i Kiram’ı yetiştirmiştir.
Liderleri, itaate ve tevhide alıştırmalıdır. Onları merkezî otoriteye bağlılığa ikna etmek gereklidir. Peygamberimizin devrinde herkes, O’na bağlıydı. Merkezî otoritenin odak noktasını Resulûllah teşkil etmekteydi. Bu da bölünmeyi, ayrılmayı ve dağınıklığı önlüyordu.
Yapılan çalışmalar gelişigüzel değil, plan ve program dahilinde olmalıdır. Hz. Muhammed’in (s.a.v.), oradaki Müslümanları bilgilendirmek ve İslam’ı yaymak için Medine’ye gönderdiği Mus’ab b. Ümeyr öyle programlı bir çalışma yapmıştı ki, bir yıl sonra birkaç mahalle dışında Medine’nin tamamı İslam’ı kabul etmişti.
Davetçinin sabırlı ve metanetli olması şarttır. Bu noktaya çok dikkat etmek gereklidir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.), İslam’ı tebliğ ederken karşılaştığı zorluklara ve eziyetlere rağmen, davasında sebat etmesi gösteriyor ki; davette sabır, en önemli unsurlardan biridir. Ukaz ve Mecenne panayırlarında, tek tek kabile reisleriyle görüşen Resulûllah, ya alaya alınıyor, ya açıktan hakaret görüyor, ya da kovuluyordu. Bu, O’nun İslam’a bir yurt bulma konusundaki azmini kırmadı. Bu sabrının sonunda, beklediği cevap Medine’den geldi ve İslam davasında yeni bir çığır açıldı.
Davetçi, savunduğu davayı iyi bilmelidir. Delilleri mukni olmalıdır. Habeş Kralı Necaşi’nin huzurunda konuşan Hz. Câfer’in, İslam’ı o derece iyi savunmasının nedeni, davayı gayet iyi ve derinlemesine bilmesinden kaynaklanıyordu. a Varlık ve yokluğun münakaşa edildiği topluluklarda, iman ve itikad konularında bir temel oluşturulduktan sonra diğer mevzulara geçilmelidir. Nitekim, İslam’ın ilk yıllarında Mekke’de nâzil olan ayetlere baktığımızda, iman ve itikad konularını içerdiğini görürüz. Daha ileriki yıllarda, sosyal hayatı düzenleyen ayetler nâzil olmuştur.
Davetçi, meselelere her an hazır olmalı; gerekli hususlarda eğitilmelidir.
Davette her türlü vasıtadan istifade edilmelidir. Bu vasıtalar çağımızda, özellikle her türlü basın-yayın organlarıdır.
Resulûllah (s.a.v.) zamanında böyle araçlar yoktu. Herkesin duyması gereken bir şey konuşalacağı zaman Allah Resulü, Mekke yakınlarındaki Safa tepesine çıkar, halka oradan seslenirdi. Resulûllah (s.a.v.), davetini açığa vurma ayeti geldiğinde, bu usulü kullanarak Safa tepesine çıktı ve kavmini Allah yoluna davet etti.
Davetçi, işe yakınlarından başlamalı. Resul-i Ekrem (s.a.v.), davasını tebliğ ederken işe en yakınlarından, akrabalarından başlamıştır. Yakınlar davetçi için destek de olabilir, bir engel niteliği de taşıyabilir. Resulûllah’ı (s.a.v.) her zaman koruyan Hz. Ebu Tâlib, O’nun desteğiydi. Sâdık eşi Hz. Hatice, davasında baş yardımcısıydı. Bunun yanı sıra, diğer amcası Ebu Leheb, O’nun davasının en büyük düşmanlarından birisiydi.
Cemaatler, ittifak edilen konularda mutlaka biraraya gelmeli; ihtilaf edilen konular geriye bırakılmalıdır.
Davetçi antitezi değil, tezini anlatmalıdır.
İktisadî organizasyonlar oluşturulup, ‘Müellefe-i Kulûb’ müssesesi geliştirilmelidir.
Prof.Dr. Haydar BAŞ Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 507 /509
Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir