İmtihan.....

Eğer sınav ve imtihan olmasaydı, her önüne gelen evliyalık iddiasında bulunur, Allah dostu olduğunu söylerdi.

<İmtihan.....

"Sınanma ve denenme, mutlaka gereklidir. Özellikle de Allah dostluğunda iddialı olanlar için. Eğer sınav ve imtihan olmasaydı, her önüne gelen evliyalık iddiasında bulunur, Allah dostu olduğunu söylerdi.
 
İşte bunun içindir ki, büyüklerden biri şöyle demiştir: "Belâ, velayete vekil tayin edilmiştir. Ta ki, her önüne gelen evliyalık iddiasına kalkışmasın."
 
Halktan gelen eza ve cefalara sabredip katlanmak ve onların kusurlarından vazgeçmek de, evliyalığın alâmetleri cümlesindendir.
 
İşin kolay olduğunu sanmayınız. Sizin birçoğunuz, ihlaslı birer mümin olduklarını iddia ederler.
 
Halbuki onlar, gerçekte birer münafıktırlar. Eğer imtihan olmasaydı, ihlaslı mümin olma iddiaları çoğalırdı. Herkes, kendisinin Allah dostu olduğunu iddia ederdi.
 
Kim ki kendisinin hilim (yumuşaklık) sahibi olduğunu iddia ederse, biz de onu, kendisini öfkelendirme yoluna başvurarak imtihan ederiz. Aynı şekilde, cömertlik sahibi olduğunu iddia edeni, kendisinden bir şeyler isteyerek imtihan ederiz. Hasılı, her kimki bir şey iddia ederse, biz de onu iddia ettiği şeyin zıddı ile imtihan ederiz.
 
Kul, Marifetullah'a eriştiği zaman, Allah onun kalbini bütünüyle kendisine yaklaştırır. Vereceklerini bütünüyle verir. Onu bütünüyle kendisine dostluk ettirir. Bütünüyle aziz kılar. Kişinin bütün bu ilâhi lütuflara tamamen sahip olduğu bir anda, -Hz. Eyyüb'e yaptığı gibi- onları birdenbire elinden alır. Kendisini fakir düşürür. Nefsini başına tekrar musallat eder. Onunla arasına bir perde koyar.
 
Bütün bunları yapmakla Allah, kulunu denemek, nimetler elinden gidince nasıl hareket edeceğini bizzat kendisine göstermek ister. Eğer kul, halinde sebat eder ve Allah yolundan ayrılmazsa, perdeleri kaldırır ve daha önceleri, sırf denemek için geri aldığı nimetleri ve ilâhi lütufları kendisine gene bahşeder.
 
Belâdan kaçma. Zira, sabırla karşılandığı takdirde belâ, her hayrın esasıdır, temelidir. Peygamberliğin de, risaletin de, evliyalığın da, marifetullah'ın da, muhabbetin de esası, belâdır. Belâlara sabredip tahammül göstermediğin takdirde, senin için temel yok demektir. Halbuki herhangi bir bina, ancak temel olursa ayakta durabilir.
 
Allah seni kendisine yakınlaştırır. Seni yedirir, içirir. Sana hakikatlerin kapılarını açar. Seni kendi lütuf ve yakınlık sofrasına oturtur. Önüne nimetler serer. Buna karşılık, senin de bu hayatta asla eminlik içinde bulunmamanı ister.
 
Bu dünya, hüzün yeridir. Şimşek, bir parlayıştan ibarettir. Çoğu kez, peşinden hemen yağmur gelir.
 
Hz. Musa ve Ateş
 
Musa Aleyhisselam şiddetli hüzün, keder ve darlığa düşünce, daha önce gizli kalmış olan sarsılmaz iman ve inancı ortaya çıktı. Gece karanlığının ve karısının çekmekte olduğu acının basmasıyla, Allah ona alâmetlerini belli etti, gösterdi.
 
Bunun üzerine Musa Aleyhisselam, yanındakilere şöyle dedi: "Siz burada durun. Ben, bir ateş gördüm, (Ta-Ha, 20:10) Hz. Musa, şunları demek istiyordu:
 
"Ben bir nur, bir ışık gördüm. Benim özüm, kalbim, sırrım ve mânâm bir ışık gördü. Ezelde hakkımda takdir edilen hüküm geldi. Hidayetim geldi. İnsanlardan gına geldi. Bana velilik ve halifelik geldi. Bana, asıl olan geldi. İkinci derecedeki gitti. Bana hükümdarın bizzat kendisi geldi. Hükümdarlık ise benden gitti. Firavun korkusu benden gitti. Şimdi bu korku, Firavun'a geçti. Artık o korksun.
 
Hz. Musa, aile efradına bunları söyledikten sonra, onlara veda etti. Onları Rabbine teslim ederek, bir nur olarak gördüğü ilâhi tecelliye doğru yola çıktı...
 
İşte, mümin de böyledir. Allah onu kendisine yakınlaştırdığı ve zatına yakınlık kapısına çağırdığı zaman, onun kalbi sağa, sola, öne, arkaya bakar ve Allah'a giden yönden başka bütün yönlerin kapalı olduğunu görür.
 
Bunun üzerine nefsine, hevasına, uzuvlarına, âdetine, aile fertlerine ve daha ilgisi bulunan neler varsa, hepsine hitaben şöyle der:
 
Ben, kalbin nurunu gördüm. Onunla dostluk peydah ettim. O, Aziz ve Celil olan Rabbimden geliyor. İşte ben hemen ona gidiyorum. Eğer dönmek mümkün olursa, size gelirim.
 
Bunları söyledikten sonra dünyaya ve ondakilere, bütün sebeplere, bütün heva ve heveslere veda eder. Bütün varlıklara veda eder. Sonradan varolan, yani ezelî ve ebedî olan Allah'ın dışındaki her şeye veda eder. Ve Yaratan'a gitmek üzere yola çıkar. Şüphesiz Allah, onun aile fertlerinin ihtiyaçlarını karşılar. Kendilerine yardım eder. Bütün sebepleri, onların ihtiyaçlarının karşılanması için vesile kılar.
 
Bu iş, gündüz oruç tutup gece namaz kılmakla olmaz. Nefs, heva, kötü tabiat, cehalet ve kalpte Allah'tan gayrı şeylerin sevgisi varoldukça, sırf kaba elbiseler giymek ve değersiz yemekler yemekle olmaz. Bunlarla hiçbir şey olmaz.
 
Sır, sırrın sırrıdır. Musa Aleyhisselam, Sina Dağı tarafında bir ateş görünce, aile fertlerini hemen o anda, bulunduğu yerde bıraktı. O, ne görmüştü? Kafa gözü bir ateş, kalp gözü de bir nur görmüştü.
 
Kafa gözü bir fani görmüş, Kalp gözü ise Hakk'ı görmüştü. Şanı yüce olan Allah, Hz. Musa'nın kalbinin ağacından ışıldayan bir ateşi, onun nefsine, hevasına, sebeplere ve maddi varlığına göstermişti." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Ey Oğul eserinden) H: Akın Aydın