İmam Cafer’e ‘iman nedir’ diye soruldu.....

Muhammed b. Müslim şöyle rivayet etmiştir: “Ebu Abdullah (Câfer Sâdık Aleyhisselam)’a imanın ne olduğunu sordum

<İmam Cafer’e ‘iman nedir’ diye soruldu.....

Muhammed b. Müslim şöyle rivayet etmiştir: "Ebu Abdullah (Câfer Sâdık Aleyhisselam)'a imanın ne olduğunu sordum.

Buyurdu ki: "İman; Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik etmek, O'nun Allah katından getirdiğini ikrar etmek ve bunu tasdik etmek dolayısıyla kalpte kökleşen inançtır."

Dedim ki: "Şehadet amel değil midir?"

"Evet" dedi.

Dedim ki: "Amel imandan mıdır?"

"Evet" dedi. "İman amelsiz olmaz, amel imandandır, amel olmadan iman sabitleşmez." 

Abdullah b. Muskan bir arkadaşından rivayet eder: İmam Câfer'e, "İman nedir?" diye sordum.

Buyurdu ki: "Allah'ın dininin adı İslam'dır. O, siz olmadan önce de ve sizden sonra da Allah'ın dinidir. Kim Allah'ın dinini kabul ederse, o Müslümandır. Kim Allah'ın emirlerine göre amel ederse o mü'mindir." 

Yunus b. Abdurrahman, Aclan Ebu Salih'ten şöyle rivayet etmiştir: Ebu Abdullah (Câfer Sâdık Aleyhisselam)'a dedim ki: "Bana imanın sınırlarını göster."

Dedi ki: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlihi)'nin Allah'ın Resülü olduğuna şehadet getirmen.

O'nun Allah katından getirdiklerini, beş (vakit) namazı, zekat vermeyi, Ramazan ayında oruç tutmayı, hacca gitmeyi ikrar etmek, biz Ehl-i Beyt'in velisini veli ve bizim düşmanlarımızı düşman bel-lemek ve sâdıklar arasına girmek." 

"Şu üç haslete sahip olmadıkça hiç kimse iman hakikatinin kemâline varamaz. Dinde idrak ve basiret, geçimde doğru bir denge tutturmak, sıkıntı ve zorluklara karşı sabır ve direniş göstermek." 

Dostluğun hakikati

İmam Câfer şöyle buyurur: "Dostluk ancak had ve sınırlarıyla gerçekleşir, kim bu had ve şartların hepsine veya bunlardan bazısına riayet ederse gerçek bir dost olur.

Aksi takdirde, böyle bir kimsenin dostluğunu dostluk sayma, bu had ve sınırların birincisi, içte ve dışta sana karşı aynı olmasıdır.

İkincisi, senin ziynetini (iyiliğini) kendi ziyneti ve senin kötülüğünü de kendi kötülüğü bilmesidir.

Üçüncüsü, bir makam veya servete kavuştuğunda sana karşı durum ve tavrının değişmemesidir.

Dördüncüsü gücü yettiği bir şeyi senden esirgememesidir. Bu hasletlerin hepsinden kapsamlı ve üstün olan beşincisi de müsibet ve sıkıntılar da seni yalnız bırakmamasıdır." 

İnsanların birbirleriyle olan durumu

"İyi insanlar birbirleriyle karşılaştıklarında muhabbetlerini dile getirmeseler bile kalpleri o kadar çabuk birbirine ısınır ve kaynaşır ki, yağmur suyu ile ırmak sularının birbirine karışmasını andırır.

Günahkârlar birbirleriyle görüştüklerinde dostluklarını dile getirseler bile kalplerinin birbirine uzaklığı uzun süre bir ahırda birlikte ot yemiş ama şefkat ve merhametten yoksun olan hayvanların birbirine olan uzaklığına benzer."
 
Duası kabul olmayan kimseler

İmam Sâdık buyurmuştur ki: "Dört kişinin duası kabul olmaz:

1- Evinde oturarak "Allah'ım bana rızık ver" diyen kimsenin duası. Allah, böyle bir kimsenin cevabında şöyle buyurur: "Rızkın peşine gitmeyi sana emretmedim mi?"

2- Kendi malını zâyi ederek, "Allah'ım bana rızk ver" diyen kimsenin duası. Allah böyle bir kimsenin cevabında şöyle buyurur: "İktisatlı olmayı ve malını ıslah etmeyi (kötü yerlerde kullanmamayı) sana emretmedim mi?"

3- Hanımı hakkında beddua eden kimsenin duası. Allah böyle bir kimsenin cevabında şöyle buyurur: "Onun talakını senin yetkinde bırakmadım mı?"

4- Şahit ve senet olmaksızın başkasına bir mal vererek Allah'tan yardım dileyen kimsenin duası. Allah böyle bir kimseye şöyle buyurur: "Borç verdiğiniz zaman 'şahit tutun' diye emretmedim mi?" 

Tefekkür konusu

Hasan es-Saykal şöyle rivayet eder: "Ebu Abdullah (Câfer Sâdık Aleyhisselam)'a halk arasında, "Bir saatlik tefekkür bir gecelik ibadetten daha hayırlıdır" şeklinde rivayet edilen hadis hakkında sordum. Dedim ki: "Tefekkür etmek nasıl olur?"

Dedi ki: "Adamın, bir harabeye veya bir eve uğrayıp, 'Nerede sakinlerin? Nerede seni yapan kişi? Sana ne oldu, niye konuşmuyorsun?' demesi tefekkürdür." 

Muhammed b. Ebu Nasr, bazı râvileri aracılığıyla Ebu Abdullah (Câfer Sâdık Aleyhisselam)'dan şöyle rivayet eder:

"İbadetlerin en faziletlisi, Allah ve O'nun kudreti hakkında tefekkür etmektir." 

Zorluklardan şikayet etmek bahsi

Mufaddal b. Kayz şöyle diyor: "İmam Sâdık'ın huzuruna vardım. Hayat zorluğu ve geçim sıkıntısından şikayet ettim. Ve bana dua etmesini istedim.

İmam, hizmetçisine, "Ey cariye! Bize gönderilmiş o keseyi getir" dedi.

Cariye istenilen keseyi getirdiğinde, İmam onu bana vererek, "Bu kesenin içinde dört yüz dinar var. Onunla geçimini sağla" buyurdu.

Ben, "Canım sana feda olsun! Vallahi halimin perişanlığını anlatmaktan maksadım bu değildi. Sadece bana dua etmenizi istiyordum" dedim.

İmam Sâdık buyurdu ki: "Dua edeceğim. Ama bütün sorunlarını halka anlatma. Böyle yapmış olursan halkın yanında küçülür ve hakir olursun." 

Günah ve tevbe

İmam Sâdık (a.s.) şöyle buyurmaktadır: "Bir günahı işlemeye niyetlenen kimse (şunu bilmelidir ki) eğer o günahı işlerse Allah (c.c.) onu görür ve şöyle buyurur: İzzet ve celalime yemin olsun ki, seni asla bağışlamayacağım." 

Yani bu günah sebebiyle Allah'ın lütuf ve ihsanından mahrum olur. Tevbe etmeye muvaffak olmaz ve netice itibariyle bağışlanmaz.
İmam bir adama şöyle buyurdu: "Günah kulun rızkına engel olur." 

Yine buyurmuştur ki: "Israr edilince küçük günah yoktur. (Yani sürekli yapılan küçük günah büyük günaha dönüşür) Tevbe edilince de büyük günah yoktur."

Hz. İmam Sâdık (a.s.) şöyle buyuruyor:

"Allah'tan, O'nu görüyormuşçasına korkun. Eğer O'nu göremiyorsan O seni görüyor.

Eğer O'nun seni görmediğini düşünürsen kâfir olursun. Öyleyse O'nun seni gördüğünü biliyorsan ve buna rağmen O'nun huzurunda günah işliyorsan O'nu en kötü izleyici yerine koymuşsun demektir.

Çünkü günah işlediğin esnada eğer birisi seni görecek olursa utanır ve günahtan uzak durursun. Ama Allah'tan utanmıyorsun." 

"Kul günahı gizli olarak işlerse yalnız yapana zarar verir ama açıkta işler ve önlenmezse o zaman topluma zarar verir." 

İyiliği emredip kötülükten sakındırmak

Haris b. Muğayre şöyle der: "Bir gece Medine sokaklarının birinde İmam Sâdık'la karşılaştım. Bana, "Ey Haris!" diye seslendi. Ben de, "Buyurun" dedim.

İmam, "Sizin akılsızlarınızın günahı akıllılaranızın üzerinedir; sizin âlim ve bilginleriniz cahillerinizin günahını yüklenecektir" buyurarak geçip gittiler.

Haris şöyle devam ediyor: "Bir müddet sonra İmam Sâdık'ın huzuruna vararak müsaade isteyip dedim ki: Fedan olayım! Akılsızlarınızın günahlarını âlimleriniz yüklenecektir, buyurdunuz. Sizin bu sözünüzden dolayı önemli bir neticeye ulaştım ve bundan dolayı çok rahatsız oldum."

İmam buyurdu ki: "Durum dediğim gibidir. Sizin akılsızlarınızın günahını âlimleriniz yükleneceklerdir. Sebebi ise şudur: Neden sizlerden herhangi biriniz çirkin bir iş işleyip rahatsızlığımıza sebep olduğunda siz ona nasihatte bulunmuyor ve güzel sözlerle onu aydınlatmıyorsunuz?"

Dedim ki: "Onlara nasihat etsek de sözümüze bakmaz ve bize itaat etmezler."

Buyurdu ki: "O halde, onunla konuşmayın, böyle insanlarla arkadaş olmayın ve onlarla oturup kalkmayın." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Cafer eserinden)