İmam Cafer ve hilafet konusu.....

İmam Câfer bir gün Mutezile mezhebinin ileri gelenlerinden bir heyetle buluşur. Aralarında Amr b. Abid, Vasil b. Ata ve Hafs b. Salim gibi kimseler de vardır

<İmam Cafer ve hilafet konusu.....

İmam Câfer bir gün Mutezile mezhebinin ileri gelenlerinden bir heyetle buluşur. Aralarında Amr b. Abid, Vasil b. Ata ve Hafs b. Salim gibi kimseler de vardır.

Halife Velid'in öldürülmesinden ve Şamlıların kimin halife olacağı hususunda ihtilafa düşmelerinden sonraki günlerdir.

Mutezile mezhebi mensupları Muhammed b. Hasan'ın İslam halifesi olması hususunda ortak bir görüş belirlemişti. Görüşlerini belirtmek üzere ruhanî liderleri Amr b. Abid'i seçmiş ve onunla İmam arasında uzun bir görüşme gerçekleşmişti. İşte bu konuşma esnasında İmam şöyle dedi:

"Ey Amr! Ümmet yetkiyi sana verse ve sen de savaşmadan herhangi bir zorluk çekmeden bu yetkiyi elde etsen, sonra sana, "halifeliği kime istersen ona ver" dense, kime verirdin?"

Amr hemen atıldı, "Müslümanların oluşturduğu şûraya bırakırdım."

İmam sordu: "Bütün Müslümanlardan oluşan bir şûraya mı?"

Amr, "Evet" dedi.

İmam, "Yoksa Kureyş'ten veya başkalarından oluşan bir şûraya mı? Hangisi?" diye sordu. Sonra ekledi: "Ey Amr! Bana söyle Ebubekir ve Ömer'i dost mu ediniyorsun? Yoksa onlardan teberri mi ediyorsun?"

Amr, "Dost ediniyorum" dedi.

İmam buyurdu ki: "Ey Amr! Eğer onlardan teberri eden biri olsaydın onlardan farklı davranman, onlarla ihtilafa düşmen câiz olurdu.

Ama onları dost edinenlerden biri olduğuna göre, onlara muhalefet etmiş oluyorsun. Çünkü Ömer, Ebubekir'i halife olarak göstermiş ve hemen ona biat etmiştir. Hiç kimseyle de istişare etmemiştir.

Sonra Ebubekir halifeliği ona bırakmış ve bu hususta kimsenin fikrini sormamıştır.

Ardından Ömer, halifeyi belirleme yetkisini altı kişilik şûraya bırakmış ve Kureyş'ten oluşan bu altı kişiden başka Ensar'dan tek kişiye yer vermemiştir.

Ardından, seçtiği bu altı kişi ile ilgili olarak öyle bir vasiyette bulunmuştur ki senin de arkadaşlarının da buna razı olacağını sanmıyorum."

Amr bu noktada Ömer'in ne yaptığını İmam'a sordu.

İmam buyurdu ki: "Süheyb'e, üç gün boyunca halka namaz kıldırmasını emretti. Bu altı kişinin aralarında İbn Ömer olmadan istişare etmelerini emretti. İbn Ömer'in herhangi bir reyinin olmamasını söyledi.

Sonra yanında bulunan Muhacir ve Ensar'dan olanlara, "Eğer üç gün sonunda işlerini bitirip birine biat etmezlerse altısının da boynunu vurun" diye vasiyet etti.

Yine, "Dört kişi birinde karar kılsa, ikisi buna karşı çıksa üç günün sonunda bu iki kişinin boynunu vurun" diye emretti. (...)

Şimdi size soruyorum. Siz Müslümanlar arasında oluşturulacak bir şûrada böyle bir kuralın olmasına rıza gösterir misiniz?" 

İmamet konusunun başında, Müslümanlar açısından imam ve Hz. Resulullah'ın (s.a.v.) halifesinin, O Hazretin (şeriat getirme dışında) vazifelerini üstlenecek kişi olduğuna değindik. Şimdi imamet makamı ve onun öneminin daha açık bir şekilde anlaşılması için bu vazifelerin en önemlilerine değinelim:

a- Kur'an-ı Kerim'in kavramlarını açıklamak ve problemleri halletmek Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.v.) vazifelerindendi. Kur'an-ı Kerim buyuruyor ki:

"Sana bu Zikr'i (Kur'an'ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın." 

b- Şer'i hükümlerin beyanı O Hazretin vazifelerindendi; onların bir bölümünü Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini okuyarak ve bir kısmını da Sünnet yoluyla beyan ediyordu.

Hz. Resulullah (s.a.v.) İslam dininin hükümlerini tedricen ve vukû bulan olayları göz önünde bulundurarak açıklıyor, işin tabiatı bu vazifenin devam etmesini gerektiriyordu.

Oysa hükümlerin açıklaması hususunda Hz. Resul- i Ekrem'den (s.a.v.) bize ulaşan hadislerin sayısı beş yüzü geçmemektedir. Bu kadar az sayıdaki fıkhî hadisin ümmete yeterli olmayacağı açıktır.

c- Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.) hakkın merkezi olup, kılavuzluğuyla ümmetin inancının her türlü sapmaya uğramasını engellediği için, O Hazretin varlığı nedeniyle mübarek hayatları döneminde fırkacılık meydana gelmedi veya meydana gelme fırsatı bulmadı.

d- Dinî ve itikadı soruları cevaplandırmak da Hz. Resulullah'ın (s.a.v.) diğer bir vazifesiydi.

e- Söz ve davranışlarıyla toplum fertlerini terbiye ederdi.

f- İslam toplumunda adalet, eşitlik ve emniyeti oluşturmak da O Hazretin vazifesiydi.

g- Düşmanlar karşısında İslam ülkesinin sınırlarını ve mal varlığını korumak da Hz. Resulullah'ın (s.a.v.) sorumluluklarından sayılmaktaydı.

Nitekim son iki vazifeyi, halk tarafından seçilen önder de yapabilir fakat diğer vazifeleri yapmak için (Kur'an-ı Kerim'in zor kavramlarını ve dinî hükümleri açıklamak...), Allah Teâlâ'nın özel lütfuna şamil olan, bilgili ve amelde Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.v.) kopyası olan bilinçli ve güçlü bir öndere ihtiyaç vardır.

Yani, değindiğimiz bu önemli vazifeleri yerine getirip İslam dininin inişli çıkışlı tarihi boyunca Hz. Resulullah'ın (s.a.v.) boşluğunu doldurabilecek, Peygamber'in ilmini taşıyan ve her türlü hatadan masun olan birisi gereklidir.

Ancak Peygamber'in ilminin hâmili olan böyle bir kişi, peygamber olmayacak ve bir şeriatın da temelini atmayacaktır ve kesinlikle imamet makamıyla peygamberlik makamı bir değildir.

Açıktır ki, böyle birinin tayini, ümmetin ilim ve bilgi seviyesinin üzerindeydi ve bunun ancak Hz. Resulullah (s.a.v.) tarafından ve Allah Teâlâ'nın emriyle gerçekleşmesi gerekirdi.

Yine açıktır ki, yukarıda değindiğimiz hedeflerin gerçekleşmesi de insanların, Hz. Resulullah (s.a.v.) tarafından tayin edilen imam ve öndere itaat etmelerine bağlıdır.

Bu hedeflerin geçekleşmesi için Allah Teâlâ'nın tayini ve Hz. Resulullah'ın (s.a.v.) ilanı yeterli değildir. (Kendisine itaat edilmeyen bir kimsenin görüşü olmaz).

Nitekim Kur'an-ı Kerim ve Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.) hakkında da durum böyleydi ve böyledir de. Hz. Resulullah'ın (s.a.v.) vefatından sonra vukû bulan olumsuz olaylar ve Müslümanlardan bir grubun fırkacılık yapması, Hz. Resulûllah'ın (s.a.v.) kendi hekimane vazifesini yerine getirmemesinden ve kendisinden sonra ümmetin yönetimi için temel bir plan hazırlamadığından veya planının eksik oluşundan değil; ümmetten bir grubun kendi kişisel görüşlerini O Hazretin planından öne geçirmeleri ve kendi maslahatçı görüşlerini Allah ve Resulü'nün nassına tercih edişleridir.

Bu da, tarihte vukû bulan ilk olay değildir; İslam tarihinde bunun benzeri oldukça fazladır." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Cafer eserinden)