İmam Cafer: Kaza ve Kader.....

Kaza ve kader, Kitap ve Sünnet’te geçen ve aklî delillerle de teyit edilen İslam’ın kesin inançlarındandır

<İmam Cafer: Kaza ve Kader.....

Kaza ve kader, Kitap ve Sünnet'te geçen ve aklî delillerle de teyit edilen İslam'ın kesin inançlarındandır. Kaza ve kader hakkında birçok ayet vardır; onlardan bazıları şöyledir:

"Biz her şeyi bir kadere (ölçüye) göre yarattık." 

Yine şöyle buyuruluyor: "Hiçbir şey yoktur ki, onun hazineleri, Bizim yanımızda olmasın ama Biz onu bilinmeyen bir miktar ile indiririz." 

Kaza hakkında da şöyle buyuruluyor: "Bir şeyi yaratmak istedi mi, ona sadece 'ol' der, o da hemen oluverir." 

Yine şöyle buyuruluyor: "O, sizi çamurdan yaratıp, sonra bir süre koymuştur." 

Bu ayetlere ve bu konudaki rivayetlere nazaran hiçbir Müslüman kaza ve kaderi inkâr edemez.

Ancak bu meseleyi tüm ayrıntılarıyla bilmek gerekmez ve esasen böyle dakik meseleleri idrak etme kapasitesi olmayanların bu meselelere girmeleri doğru değildir.

Çünkü, bazen bu meselelere girdiklerinde kendi inancında yanılarak veya tereddüde düşerek sapabilirler.

İşte bu nedenle Mü'minlerin Emiri Hz. Ali (a.s.) bu gruba hitaben şöyle buyurmaktadır:

"Karanlık bir yoldur, o yolu kat etmeyin; derin bir okyanustur, ona girmeyin; Allah'ın sırrıdır, onu keşfetmekten kendinizi sıkıntıya sokmayın." 

Elbette İmam'ın bu uyarısı, böyle dakik konuları kavrama gücüne sahip olmayan kişilere yöneliktir.

Çünkü bu konudan bahsetmek onların sapmasına neden olabilir. Bunun en açık delili, O hazretin kendisinin çeşitli yerlerde kaza ve kaderi açıklamasıdır. 

Dolayısıyla, biz de kendi marifetimiz ölçüsünce, Kur'an-ı Kerim, rivayetler ve akıldan yararlanarak onu açıklıyoruz:

"Kader" lügatte "ölçü ve miktar", "kaza" ise "kesinlik" anlamındadır. 

Sekizinci İmam Ali b. Musa (a.s.), kaza ve kaderin tefsirinde şöyle buyuruyor: "Kader bir şeyin bâki kalıp yok olması açısından ölçüsünü almak, kaza ise bir şeyin kesinlik kazanması ve gerçekleşmesidir." 

İmam Câfer kaza ve kader hakkında şunları söyler: "Bir kulu dolayısıyla kınayabileceğin her davranış ondandır. Dolayısıyla kınayamadığın şeyler de Allah'tandır.

Allah kuluna "Niçin günah işledin? Niçin yoldan çıktın? Niçin şarap içtin? Niçin zina ettin?" der, çünkü bunlar kulun fiilleridirler.

Ama "Niye hastalandın? Niye kısa boylu oldun? Niye beyaz oldun? Veya niye siyah oldun?" demez. Çünkü bunlar Allah'ın fiilleridir." 

Bir şeyi ölçmeye "kader" ve onun kesinlik kazanıp gerçekleşmesine de "kaza" denildiğini bildikten ve bu iki terimin sözlük anlamını açıkladıktan sonra, bu iki terimin anlamlarını belirtelim:

a- Kader:

Varlıkların her biri, mümkünü'l-vücûd olması hasebiyle, belli bir varlık ölçüsüne sahiptir.

Örneğin, cansız varlıkların ölçüsü bitki ve hayvanlardan farklıdır. Yine ölçülü varlık âleminde her şeyi Allah Teâlâ yarattığı için, doğal olarak takdir de Allah'ın takdiri olacaktır.

Ayrıca, bu miktar ve ölçüm Allah'ın fiili olması hasebiyle "fiilî takdir ve kader" ve Allah Teâlâ'nın yaratmadan önce bilmesi hasebiyle de "ilmî takdir ve kader" denilmektedir.

Gerçekte kader inancı, eşyanın özellikleri bakımından Allah'ın yaratıcılığına inanmaktır ve bu fiilî takdir Allah Teâlâ'nın ezelî ilmine dayanmaktadır. Sonuçta, ilmî kader inancı, gerçekte Allah Teâlâ'nın ezelî ilmine inanmaktadır.

b- Kaza:

Değindiğimiz gibi, "kaza" bir şeyin varlığının kesinlik kazanması anlamındadır.

Açıktır ki, her şeyin varlığının kesinleşmesi sebep ve sonuç düzeni üzerine olup, o şeyin tam sebebinin gerçekleşmesine bağlıdır.

Sebep ve sonuç düzeni Allah'a vardığı için de gerçekte her şeyin kesinleşmesi O'nun kader ve iradesine bağlıdır.

Bu, Allah Teâlâ'nın fiil ve yaratma makamında kazasıdır ve bu kesinlik hakkında Allah'ın ezelî ilmi, O'nun zatî kazasıdır.

Buraya kadar söylediklerimiz Allah Teâlâ'nın -ister zâtî olsun, ister fiilî- tekvinî kaza ve kaderiyle ilgiliydi. Bazen de kaza ve kader teşri âlemiyle ilgilidir.

Yani asıl İlahî teklif ve teşri Allah Teâlâ'nın kazasıdır. Onun farz ve haram oluşu gibi özellik ve niteliği de, Allah Teâlâ'nın teşriî takdiridir.

Mü'minlerin Emiri Hz. Ali (a.s.), kaza ve kaderin gerçeğini soran bir adama cevabında, kaza ve kaderin bu merhalesine değinerek şöyle buyurmuştur:

"Kaza ve kaderden maksat, itaate emretmek ve günahtan sakındırmak; insana, iyi işleri yapma ve çirkin işleri terk etme gücü vermek; onu Allah Teâlâ'ya yaklaşmaya muvaffak etmek, günahkârı kendi hâline bırakmak; mükâfat ve ceza vaadi vermektir. Bunlar Allah Teâlâ'nın bizim amellerimizdeki kaza ve kaderidir." 

Mü'minlerin Emiri İmam Ali'nin (a.s.) burada, bu soruyu soran kişiye cevabında, sadece teşrii kaza ve kaderi açıklamakla yetinmesinin sebebi, soruyu soranın veya orada bulunanların durumunu gözetmesi olabilir.

Çünkü o gün tekvinî kaza ve kaderden ve sonuçta insanın amellerinin kaza ve kader dairesi içinde yer alışından, cebir ve iradenin varlığı anlaşılıyordu. Çünkü İmam (a.s.) hadisin devamında şöyle buyuruyor:

"Bunu aksini zannetme; çünkü böyle bir sanı amelin bâtıl olmasına neden olur. Bundan maksat, insanın fiilinin değerinin, iradeye dayanmasına bağlı olmasıdır; insanın âlem ve fiilinde mecbur olmasıyla da bu değer yok olur."

Sonuç şudur: Kaza ve kader konusu, bazen tekvin ve bazen de teşriîdir ve her iki kısmın da iki merhalesi vardır:

1- Zatî (ameli).
2- Fiilî.

İnsanın fiillerinden kaza ve kader, onun irade ve serbestliğiyle en küçük bir çelişki içinde değildir.

Çünkü Allah Teâlâ'nın insan hakkında takdiri, onun özel fâiliyetidir ve o da şudur: O iradeli ve serbest bir fâildir, her amelin fiil ve terki onun iradesindedir. İnsan hakkında Allah'ın kazası, O'nun iradesinden sonra fiilin kesinleşmesidir.

Başka bir tabirle: İnsanın yaratılışı irade ve özgürlükle iç içe ve ölçülüdür. İnsan kendi iradesiyle bir fiilin sebeplerini oluşturduğunda, Allah'ın kazası, onu bu yolla geçerli kılmasıdır.

Bazı kişiler; günahkâr oluşlarını Allah'ın takdir ettiğini söyleyerek, gittikleri yoldan başka bir yolun olmadığını sanmışlardır.

Oysa akıl ve vahiy bu sanıyı çürütmektedir. Çünkü akıl açısından, insan kendi kararıyla yolunu seçmiştir ve dinimiz açısından da o, şükreden ve hayırsever veya kötü ve nankör bir kişi olabilir.

Nitekim şöyle buyuruluyor: "Biz, ona yolu gösterdik: (O) ya şükredici, veya nankör olur." 

Asr-ı Saâdet'te putperestlerden bir grup, sapıklıklarını Allah'ın iradesinin ürünü sanarak, "Allah istemeseydi, biz putperest olmazdık" diyorlardı.

Kur'an-ı Kerim onların sanısını şöyle nakletmektedir:

"(Allah'a) ortak koşanlar diyecekler ki: Allah isteseydi, ne biz, ne de babalarımız ortak koşmazdık ve bir şeyi de haram yapmazdık." 

Sonra onlara cevap olarak şöyle buyruluyor:

"Onlardan önce yalanlayanlar da öyle demişlerdi de nihayet azabımızı tatmışlardı."

Son olarak şunu da hatırlatalım ki, Allah Teâlâ'nın varlık âleminde, bazen insanın saadete ermesiyle ve bazen de zarar görüp mutsuz olmasıyla tamamlanan genel sünnetleri, O'nun kaza ve kaderinin örneklerindendir. Kendi iradesiyle o ikisinden birini seçen ise insandır.

İmam Câfer bu konuyu açıklarken şöyle buyurur:

"Allah, bir canlıyı yaratmış ve ona yapabilirlik gücü bahşetmiştir. Sonra da onları mutlak anlamda serbest bırakmamıştır.

Bu canlılar fiil işlediklerinde fiille beraber fiil işleme vaktinde fiili işlemeye muktedirdirler.

Mülkünde fiili işlemedikleri zaman işlemedikleri bir fiili işlemeye muktedir olamazlar. Çünkü Yüce Allah, mülkünde birinin, O'na zıt olmasından münezzehtir. Hiç kimse O'na karşıt olamaz."

O zaman İmam'a şöyle soruldu: "O halde, insanlar işledikleri fiiller itibariyle mecbur mudurlar?"

Buyurdu ki: "Eğer mecbur olsalar mazur olurlardı."

Bu kez dediler ki: "O zaman insanları mutlak olarak serbest bırakmıştır."

İmam şöyle cevap verdi: "Hayır. Allah, onların fiil işleyeceklerini bildi. Bundan dolayı onların yaratılışlarına fiil işlemeyi kolaylaştıran aleti yerleştirdi. Fiil işlediklerinde fiil işleme anında muktedirdirler." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Cafer eserinden)