İbadet, hayatın kalbidir. (Prof.Dr.Haydar Baş’ın Kaleminden).....

İbadet nedir? İbadet, Cenab-ı Hakk'ın muradının emir ve nehiylerle birlikte kulun hayatında yansımasıdır.

<İbadet, hayatın kalbidir. (Prof.Dr.Haydar Baş’ın Kaleminden).....

Cenab-ı Hak, biz insanları, bu aleme gönderirken, başıboş, gelişigüzel yaratarak göndermiş değildir. Bir hikmete mebni olarak, bir başka ifade ile; Kendisini tanımak, O'nu bilmek, O'na kul olmak için göndermiştir.
 
Bu gerçek, O'nun beyanıyla ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mübarek hadis-i şerifleriyle bilinmektedir. Nitekim, bir ayet-i kerimede, "İnsanoğlu başıboş yaratıldığını mı zannediyor? Onu Biz salıvermedik ki" buyuruluyor.
 
Demek ki, insan başıboş yaratılmamıştır; bir maksada binaen halkedilmiş- tir. Onun için insan denen varlığın, her zaman ve mekânda Rabbini tanıması, bilmesi ve O'na yaklaşmak için, takarrub edebilmek için kulluk yapması, bir başka ifa-deyle; ibadet etmesi şarttır ve de esastır.
 
İbadetin anlamı


 
İbadet nedir? İbadet, Cenab-ı Hakk'ın muradının emir ve nehiylerle birlikte kulun hayatında yansımasıdır. Rabbimiz bizden bazı şeyler istiyor. Bazı şeyler emrediyor. Bazılarını da "yapmayın!" diyor.
 
Rabbimizin yapmamızı emrettiği şeyleri ifa etmek ve nehyettiklerinden, -haram olması münasebetiyle- kaçınmak, en büyük kulluk görevimizdir.
 
Bir kul haram ile karşı karşıya geldiğinde nefsini mağlup edip Allah'ın rızasını kazanma istikametinde o fiili terk etti ise, bu, bir ibadettir. Nasıl ki, "namaz kılınız", "oruç tutunuz", "zekat veriniz" emirlerine imtisal edip, namazımızı kılmamız, orucumuzu tutmamız, zekatımızı vermemiz bir ibadet ise, haramlardan kaçınmamız da bir ibadettir.
 
Dolayısıyla, bunun tersi, yani emredileni yerine getirmemek de ibadetin ihlalidir ve haramdır. Burada incelikler birbirine bağlı ve iç içedir. Emir O'ndan geldiği halde, Zât-ı Bâri'yi dinlememek, O'na kulak vermemek saygısızlıktır ve tabiatıyla haramdır. Haram olanı, Cenab-ı Hak'tan korkmamız münasebetiyle terk etmemiz de tartışmasız bir ibadettir.
 
Bu hassasiyet, hayatımızın tamamını ibadete çevirmemizi sağlar. Zaten, bir müslümanın aldığı nefesten verdiği nefese kadar her ânı ibadât-u taat ile geçer. Bu emir ve nehiylere kulun incelikle, hassasiyetle uyma tarzına taat diyoruz.
 
Yani itaat... Taatin aslı insanın Rabbine itaat etmesidir. Nasıl bir itaat? Kalbî bir itaat. O'ndan korkması, hayâ etmesi, bir başka ifade ile takva hâlini gönlünde yaşaması... "İnandım" demenin ispatı.
 
Mevzu buraya gelmişken önemli bir hususu belirtmek gerekiyor. Biz mü'minler "inandık" derken bir iddiada bulunuyoruz. "İnandım" demek aslında çok ciddi bir iddiadır.
 
"Allah vardır, ahiret vardır, melekleri vardır, peygamberleri vardır, kitapları vardır, hayır ve şer Allah'tandır..." Bütün bunları gönülden tasdik edip ikrar ederek bir iddiada bulunuyoruz.
 
İşte bu iddianın ispatı, zâtına ve gönderdiklerine inandığımız Rabbimizin emrettiği ibadetlere sarılmaktır. Öyle ya, bir insan ortaya bir tez sunsa, tezin ispatı için ondan delil istenir veya bir davada hâkimin huzuruna çıkan insandan iddia ettiği hususu ispat etmesi talep edilir.
 
Misallerdeki durum ne ise, "ben inanıyorum" diyen mü'minin durumu aynıdır. Kul, iddiasını ancak yapacağı ibadetlerle ispat etmiş olur.
 
O halde, ibadât u taatı olmayan insanın imanını ispat etmesi zor, belki de imkansızdır. İbadet; imanla itikad arasında öyle bir sınırdır ki, bu sınırın taşlarını yerli yerine koymamız lazım. Bunu koyduğumuz zaman, ezel ve ebed davamızı bihakkın kazanmış oluruz.
 
Bir diğer husus ise, ibadât-u taate devam eden, titizlikle bunun üzerinde duran insanın masivâyı, yani Allah'tan gayrı her şeyi kalbinden çıkarma imkânı vardır. Kısaca, mü'min, Allah ile meşgul oldukça Allah da kendi zâtından gayrını ona unutturur. Bu, insan-ı kâmilliğe doğru giden yolun en önemli erkânıdır.
 
İbadetle gelen huzur


 
İnsan ictimaî bir varlıktır. İçinde bulunduğu toplumda yaşananlar ona tesir eder. Bu nedenle ictimaî hayatta yaşanan hadiselerden menfî olarak etkilenmemesi, yani temiz kalabilmesi şarttır.
 
Hem bu temizliğin sağlanması, hem de bir kulluk vazifesi olarak, ictimaî hayatta üzerine düşen görevleri yerine getirebilmesi için ibadet hayatının mükemmel olması lazımdır.
 
Nitekim, Cenab-ı Vâcibu'l-Vücud Hazretleri Kur'an-ı Kerim'inde, "Namazı kılanlar fuhşiyattan, meniyyattan uzaktır" buyuruyor. Niçin?
 
Çünkü namazı kılan insanın hayatı tertemizdir. Nefsini temizlemiştir. Tezkiye etmiştir. Şuurunu, ruhunu, dimağını temizlemiştir. Akl-ı selime sahip olmanın bir neticesi olarak her kötülüğü terk edecektir.
 
Bugün yaşadığımız ictimaî sıkıntılarımıza baktığımızda ahlakî zafiyetten kaynaklandığı ayan-beyan görülür. Buna rağmen, çözüm başka yerlerde aranmaktadır. Halbuki tek çözüm; insanlarda kulluk bilinci oluşturmaktır.
 
İctimaî tarafına değindiğimiz insanın, biraz da derûnuna bakarsak, önümüze koskoca bir âlem çıkar.
 
İnsanın nefsinde iki ana karakteristik vasıf vardır. Bunun bir tanesi inkâr üzere, diğeri de ikrar üzeredir. İbadete devam eden insanın ruhanî tarafı daima aydınlık kalır. Nefsanî, "ruh-i hayvan" taraf dediğimiz kısmı da gizlenir. Ruh-i sultan, ruh-i hayvanı huy olarak, tabiat olarak devamlı ihata etmeye başlar.
 
Ruh-i hayvan, içimizde meknuz olan bu nefsanî taraf, ancak ubudiyetle setredilir, gizlenir veya bir başka ifadeyle, ibadet onu ruhanî hâllere tebdil eder. Onun hâlini değiştirir. "Allah'ın ahlakı ile ahlaklanınız" ayet-i kerimesinden de murad, "nefsanî hâllerinizi, ruhunuzda mevcut olan Rabbanî hâllere tebdil edin" demektir.
 
İnsanoğlu nâkıs bir varlıktır. Kainatın sahibi olan Rabbine daima muhtaçtır. İşte kul bu nâkısasını Rabbine yaptığı ibadetle ikmal eder. O bakımdan Kur'an'da, "Dikkat ediniz! Kalpleriniz ancak Allah'ı zikirle tatmin olur" buyuruluyor.
 
Sonuç olarak, ibadet öyle bir hâldir ki, insanın Rabbine karşı olan vazifelerini ifa ile onu vicdan huzuruna kavuşturur. Terk ettiği yanlışlardan dolayı o insan ictimaî huzurun sigortasıdır. Bu, gerek ferdî planda, gerek ictimaî, gerekse de insanlık planında büyük bir kazanımdır.
 
Allah bizi, ibadât-u taatı hayatının her zerresine geçirip, onunla iştigali zevk haline getiren kullarından eylesin!" (Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Dergisi Şubat 2012) H: Akın Aydın