HZ. PEYGAMBERİN VE İLK MÜSLÜMANLARIN MÂRUZ KALDIĞI İŞKENCELER I…..

  Açıktan davetin başlaması ve Müslüman olanların sayısının günden güne artmasıyla beraber, Kureyşliler de Müslümanlara kar­şı düşmanlıklarını artırmışlardı.

<HZ. PEYGAMBERİN VE İLK MÜSLÜMANLARIN MÂRUZ KALDIĞI İŞKENCELER I…..

     Hareketin lideri olması hasebiyle, en büyük taarruzlar Allah Resulü’ne yöneltiliyordu. Şunu hemen belirtelim ki; peygamberler ve onların yolunda giden Hak dostla­rının riyasetinde filizlenmeye başlayan her hak dava, bâtıl züm­relerin şiddetli mukavemetiyle karşılaşmıştır. Bu mukavemet ve işkencenin en önemli yükünü, hatta diyebiliriz ki; tamamını, da­vanın önderi konumunda olanlar sırtlanmışlardır. Allah Resulü’nü, ‘âlemlere rahmet’ olan bir külli vücut olarak düşünür ve etrafındaki Müslümanları da o vücudun azaları olarak tasavvur edersek; çek­tiği sıkıntıların şiddetini idrak etmiş oluruz. Böyle olunca; Resul-i Ekrem Efendimiz, kendisine yöneltilen maddî ve manevî taarruz­ları bünyesinde topladığı gibi; inanan insanlara vurulan her kırbacı, yapılan her hakareti de, gönül âleminde sindirerek sabır göstermek durumundaydı.

   Hz. Peygambere düşmanlık edenlerin başında Ebu Leheb ve ka­rısı gelmekte idi. Bazı kötülükleri biraz evvel anlatılan Ebu Leheb, Hz. Peygamber’in arkası sıra dolanıyor; o tebliğ ettikçe kendisi de; “Ben O’nun amcasıyım. Muhammed sizi atalarınızın dininden dön­dürmek ister; sakın O’na inanmayınız” diyordu. Hz. Peygamber’in başını taşla ezmeye yemin etmiş; taşı kaldırdığında kaskatı kesil­miş, muvaffak olamamıştı. Bir defasında da, önünde ateşten bir çukur açılmış, Allah Resulü’ne yanaşamamıştı. Peygamber’e olan düşmanlığı o dereceye varmıştı ki; Peygamberimizin kızları olan Rukiye ve Ümmü Gülsüm’le evli olan oğulları Utbe ve Uteybe’ye onları boşattırmıştı.

Peygamber Efendimizin amcası Ebu Leheb gibi Ebu Cehil de, dili ve eliyle Hz. Peygamber ve Müslümanlara çok eziyet etmiştir. Ammar b. Yâsir’in annesini öldüren bu zâlim; Peygamberimiz Ha­rem’de namaz kılarken, boğazlanan bir devenin döl yatağını, içi­nin çirkinlikleriyle getirtmiş ve Resul-i Ekrem secdede iken sırtına koyuvermişti. Kureyş’in ulularından olan Velid b. Muğîre de; hac mevsiminde halk toplandığında Peygamberimize sıfatlar yakıştırıp, en uygun sıfatın da sahir (büyücü) olduğunu; zira, O’nun, kişi ile kardeşi ve karısı arasını ayırdığını söylüyordu. O, Allah Resulü’nü tek başına öldürmeye de teşebbüs etmiş, fakat Allah’ın bir lutfu olarak, Peygamberimizin sesini Kâbe’de namaz kılarken işittiği hâlde, zâtını görememiş; ne yana yönelse ses arkasından gelmiş; bu sûretle muvaffak olamamıştır.

As b. Vail, Hz. Peygamber’in oğlu Kâsım öldüğünde; en acılı anında kendisiyle ‘ebter’ (erkek çocuğu olmayıp soyu kesilen) di­yerek alay etmiştir. Kevser Sûresi, As b. Vail hakkında nâzil olmuş­tur. As b. Vail, bir dağ geçidinde, eşeğinden düşüp bacağını kırmış, bu yaranın şişip mikrop almasıyla rezil bir şekilde ölmüştür.

Şunu hemen belirtelim ki; Allah Resulü’ne zarar verenlerin hep­si, habis bir ölümle ölmüşlerdir. Ya, hakaret ettikleri Müslümanla­rın eline düşüp idam edilerek (Nadr b. Haris, Ukbe b. Ebi Muayt gibi), ya, Hz. Peygamber’in; “Ya Rab! Ona bir itini musallat et!” diye beddua etmesiyle (Uteybe bir arslan tarafından parçalanarak öldü), ya da As b. Vail gibi rezil olup, ibret verici bir şekilde he­lak olmakla... Mesela; Hz. Peygamber’le istihza eden Hars b. Kays tuzlu bir balık yemiş, ne kadar su içmişse kanmamış; su içe içe karnı patlayarak ölmüştür. Böylelikle, “Kim, bir Allah dostuna düş­manlık ederse Allah, ona savaş açar” hadisi aynıyla zuhur etmiştir.

Azılı düşmanlardan biri de, Ukbe b. Muayt idi. Bir gün Allah Re­sulü Kâbe’de namaz kılarken ridasını toplayıp Hz. Peygamber’in boynuna doladı; boğmak istedi. O sırada yetişen Ebubekir, “Rabbim Allah diyor diye, faziletli bir adamı öldürecek misiniz?” diyerek Ukbe’yi öteye fırlattı.

Ferden Allah Resulü’ne eziyet ettikleri gibi, toplu halde de ezi­yet çektiriyorlardı. Defalarca etrafını çevirip yakasına yapışmışlar; sokaktan geçerken kum yağmuruna tutmuşlar; bakışın, kem sözün ve alayın her türlüsünü yapmaktan geri durmamışlardı.

Nüfuzu olmayanların ve köle olanların durumu daha acıklı idi. Ayrıca, Müslüman olanlara, bizzat kendi aileleri türlü türlü işken­celeri reva görebiliyordu.

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 159 /164

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir

 Devam edecek