Hz. Ebu Talib’in vasiyeti ve cenaze namazı.....

İbn-i Hacer şöyle yazıyor: “Eğer Ebu Tâlib Müslüman olsaydı Resulüllah (s.a.v.) cenazesine namaz kılardı...

<Hz. Ebu Talib’in vasiyeti ve cenaze namazı.....

TÜRK-AZ HABER / İMAN VE İNSAN

İbn-i Hacer şöyle yazıyor: "Eğer Ebu Tâlib Müslüman olsaydı Resulüllah (s.a.v.) cenazesine namaz kılardı." 

Halbuki Zeyni Dehlan gibi bir çok Ehl-i Sünnet âlimlerinin de kabul ettiği üzere o zamanlar henüz cenaze namazı teşri olmamıştı.

Bu yüzden Resulüllah Hz. Hatice için de cenaze namazı kılmadı.

İmam Sâdık şöyle buyuruyor:

"Cebrail, Resulüllah'a gelerek şöyle dedi: 'Ey Muhammed (s.a.v), Rabbin Sana selam gönderiyor ve Seni dünyaya getiren sülbe, Sana hamile kalan kadına ve seni yetiştiren ve sorumluluğunu üstlenen şahsa ateşi haram kıldım buyuruyor.'

Sonra şöyle devam etti: Mezkûr sülb baban Abdullah bin Abdülmuttalib'tir, Sana hamile olan Amine bint-i Vehb'tir ve Seni terbiye eden ise Ebu Tâlib'tir." 

Netice olarak deriz ki, Ebu Tâlib iman ehli bir insandır…
 
Ebu Tâlib'in Müslüman olarak öldüğü ile ilgili güçlü delillere yer vermeden evvel vefatına yakın bir zamanda verdiği hutbesini aktaralım.

İmam Sâdık şöyle buyuruyor: "Ebu Tâlib'in vefatı yaklaşınca Kureyş'in büyüklerini toplayarak onlara şu vasiyette bulundu:

Ey Kureyşliler! Sizler insanlar arasında Allah'ın seçkin kulları, Arab'ın kalbi, yeryüzü ve harem ehli arasında Allah'ın hazinedarlarısınız.

Sizin aranızda muktedir bir önder, cesur bir öncü ve eli açık bir bağışlayıcı bulunmaktadır.

Sizlere Kâbe'ye ta'zim etmenizi tavsiye ediyorum ki, bunda Allah'ın rızası, rızkın devamı ve zorluklar karşısında direniş vardır. Sıla-i rahim yapınız.

Zira bu, ölümü erteler ve nüfusu çoğaltır. Zulmetmeyi terk ediniz ki öncekiler de bu yüzden helak oldular. Davet edene icabet ediniz; hayat ve ölümün şerefi de bundadır. Sâdık olunuz ve emanete riayet ediniz.

Zira bu ikisi sayesinde iftiradan korunur ve hak nezdinde değer kazanırsınız.

Sizlere Muhammed hakkında iyilik etmenizi tavsiye ediyorum. Zira Muhammed, Kureyş'in emini, Arapların doğru sözlüsü ve sizi davet ettiğim şeyleri ihyâ edendir.

Muhammed sizlere öyle bir mesaj getirmiştir ki, kalp ve ruh bunu kabul etmekte ama dil, kötüle- yenlerin korkusundan inkar etmektedir.

Allah'a and olsun ki, adeta mustazaf halkın O'nun davetini ka-bul ettiğini, sözlerini tasdik ettiğini ve risaletini kabul ettiğini görür gibiyim.

Böylece Kureyş'in büyükleri hakir, evleri boşalmış ve zayıfları yücelmiş olacaktır. En büyükleri Peygambere en muhtaç olanı, en günahkârları da O'na en uzak olanlarıdır. Arap kavmi O'nu sevecek, topraklarını O'na verecek ve O'nu önder seçecektir.

Ey kureyş kabilesi! Peygamberi seviniz, O'nu himaye ediniz. Allah'a and olsun ki, O'nun yolunda ilerleyen kemâle erer ve hidayetine tâbi olan saadete kavuşur. Eğer sağ kalsaydım O'ndan bela ve zorlukları gidermeye çalışırdım". 

Ebu Tâlib'in mü'min olduğuyla ilgili güçlü deliller mevcuttur:

1- Ebu Tâlib, Hz. Ali'ye, "Oğlum seçtiğin bu din nedir?" diye sordu. Hz. Ali, "Baba Ben Allah'a ve Resulü'ne iman ettim. Peygamberin elçiliğini tasdik ettim. Allah için O'nunla namaz kıldım ve Kendisine tâbi oldum" dedi.

Ebu Tâlib ise, kendisine cevaben şöyle buyurdu: "İyi bil ki, Peygamber seni iyilikten başka bir şeye davet etmemiştir. O halde O'na tâbi ol." 

2- Şeyh Mufid şöyle demiştir: "Ebu Tâlib'in iman ettiğinin bir delili de oğlu Ali ve Câfer'e Resulüllah'a itaat etmelerini emretmesidir." 

3- Ebu Tâlib, kardeşi Hamza'ya da Resulüllah'a yardım hususunda şöyle buyurdu: "Ey Hamza! Ahmed'in dininde sabırlı olmak gerekir. Bu dine yardımcı ol ki, bu sabır sayesinde tevfik kazansın. Rabb'inden hak ile geleni savun. Bu yolda sâdık ve azimli ol. Hakkı asla gizleme..."

"O'na iman ettim demen beni çok sevindirdi. O halde Allah için Resulüllah'a yardımcı ol." 

4- Ebu Tâlib, Kureyş'in, Resulüllah'ı öldürmeye kesin karar kıldığını duyunca şöyle dedi: "Allah'a and olsun ki, beni defnetmedikleri müddetçe Sana dokunamazlar. Sen benim hayrımı dileyerek davet ettin. Sen sâdıksın ve eminsin. Sen dinlerin en hayırlısını getirdin."

Ebu'l Futuh Râzi bu hususta söyle diyor: "Bu sözler Ebu Tâlib'in imanını açıkça göstermektedir. Zira 'Sana iman ettim ve Seni tasdik ettim' sözü ile 'Sen sâdıksın' sözü arasında fark yoktur."

5- Ebu Tâlib, vefat ânındaki vasiyetinde şöyle demektedir: "Ey Kureyş kabilesi! Peygamber'i seviniz, O'nu himaye ediniz. Allah'a and olsun ki O'nun yolunda ilerleyen kemâle erer ve hidayetine tâbi olan saadete kavuşur. Eğer sağ kalsaydım O'ndan bela ve zorlukları gidermeye çalışırdım."

6- Ebu Tâlib vefat edince Hz. Ali, Hz. Peygamber'in yanına gelip babasının vefatını bildirdi.

Resulüllah, bu haberi duyunca çok üzüldü ve Hz. Ali'ye şöyle buyurdu: "Git onun gusül ve kefenleme işlemlerini yap ve bir tabutun içine koyduğunda Bana haber ver."

Resulüllah (s.a.v) Ebu Tâlib'in cenazesinin yanına vardığında keder ve üzüntü içinde şöyle buyurdu: "Ey amca! Seninle akrabalık ilişkim vardı. Allah tarafından mükâfatlandırılacaksın. Beni çocukken terbiye ettin büyüdüğümde Bana yardımcı oldun."

Daha sonrada halka dönerek şöyle buyurdu: "Allah'a and olsun, amcama öyle bir şefaatte bulunacağım ki ins ve cin toplumu şaşıracaktır."
 
7- İmam Sâdık şöyle buyuruyor: "Cebrail, Resulüllah'a gelerek şöyle dedi: 'Ey Muhammed (s.a.v), Rabbin Sana selam gönderiyor ve Seni dünyaya getiren sulbe, Sana hamile kalan kadına ve Seni yetiştiren ve sorumluluğunu üstlenen şahsa ateşi haram kıldım' buyuruyor."

Sonra şöyle devam etti: "Mezkûr sulb baban Abdullah bin Abdülmuttalib'tir, Sana hamile olan Amine bint-i Vehb'tir ve Seni terbiye eden ise Ebu Tâlib'tir" 

Peki, zayıf ve meçhul rivayetlere dayanılarak yapılmak istenen nedir?

İslam araştırmacılarına göre, Ebu Tâlib'e yapılan bu haksızlığın sebebi, Ben-i Ümeyye'nin, Hz. Ali'ye olan düşmanlığıdır. Muhalifleri, Ali'ye dil uzatamayınca babasına saldırma yoluyla Hz. Ali'nin makamına gölge düşürmeye çalışmışlardır.

Hz. Peygamber, Ebu Tâlib'in vefatından üç gün gibi kısa bir süre sonra da, hanımı Hz. Hatice'yi kaybetti. Teslimiyeti, itaati, muhabbet ve merhametiyle Allah Resulü'nün kalbinde taht kuran Hz. Hatice'yi kaybetmek, Allah Resulü'nü derin bir teessüre boğdu. O'na karşı müstesna bir sevgisi vardı. En büyük destek ve tesellicisi idi.

Vefatından sonra dahi O'nu hiçbir zaman unutmadı ve rahmetle andı. Öyle ki, Hz. Aişe, hayatta olmadığı halde en çok Hz. Hatice'yi kıskandığını itiraf etmiştir.

Allah Resulü'nün şu sözü O'nun indallahta ve mü'minlerin gönlünde ne kadar ulvi bir yeri olduğunu delalet eder: "Kendi zamanındaki kadınların hayırlısı İmran'ın kızı Meryem idi. Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hatice'dir."

Doğmadan önce babasını, altı yaşındayken de annesini kaybederek öksüz ve yetim kalan Allah Resulü, amcası ve hanımını kaybetmekle belki de ikinci kez öksüz ve yetim kalmıştı. Yüklendiği bu çile ve hüzün dolu hadiselerden ötürü bu yıla "hüzün yılı" denmiştir.

Hz. Peygamber'in böylesine çileli bir dönemde, bir de en yakınlarını kaybederek imtihan edilmesi şu evrensel kaideyi ya da sünnetullahı ispat etmesi açısından da çok mühimdir:

Her devirde bela ve musibetlerin en büyükleri, Allah'a en yakın olan kullara yüklenmiştir. Başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün peygamberler ve onların yolunda giden sâlih insanların hayatlarını incelediğimizde hayatlarının her safhasının büyük imtihan ve çilelerle bezendiğini görürüz.

O insanlar, bir yandan üzerlerine aldıkları diğer insanların irşad edilmesi sorumluluğu sebebiyle manevi yönden çileye müptela kalırken, diğer yandan da; sanki insanların bozukluk ve isyanının bir karşılığı olarak bela, hastalık ve musibet yönünden de yüklerin en büyüğünü sırtlamakla mükellef tutulmuşlardır.

Tabiri caizse; onların vücut ülkeleri, insanların hareketlerine göre çalışan saate benzer; toplum bozulursa onların sıhhati de bozulur; toplum düzelirse onların sıhhatleri de iyi olur.

Bu noktada şunu da hemen belirtmeliyiz; Hakk'a dost olmuş bu insanlarla beraber olanların çile anlarında, mânâ büyüklerinin çilesinin daha büyük olduğunu düşünerek şükretmesi ve sabır göstermesi gerekmektedir.

Kulluk vazifelerini îfâda, kendi benliğini aradan çıkararak bütün hatalarının ceremesine Hak dostlarının ortak edileceği endişesiyle gayret etmesi, bataktaki insanlara da aynı nazarla bakıp onların bu hallerinin Hak dostlarını üzeceği ve sorumluluğunu artıracağını düşünerek rahmet elini uzatması esastır." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eserinden)