HÜZÜN YILI (M.620) II…..

Dünden devam eden

  3- Büyük müfessir Zemahşerî de sözkonusu ayet-i kerimenin Ebu Tâlib hakkında nâzil olduğu görüşünü reddediyor ve şöyle di­yor:

<HÜZÜN YILI (M.620) II…..

“Ebu Tâlib, Hicret’ten önce ölmüştür. Bu ayetler ise Medine’de nâzil olan son ayetlerdendir.” (Bkz. Keşşâf, c. 2, s. 315)

4- Ehl-i Sünnet kaynaklarında nakledilen bazı rivayetlerde, Resulûllah’a, “Acaba Ebu Tâlib’e bir yararın dokundu mu; zira o, Seni himaye ediyor ve Senin için müşriklere gazab ediyor?” diye sorulunca, şöyle buyurdu:

“Evet, Ebu Tâlib, topuklarına kadar ateşten bir çukur içindedir. Eğer Benim şefaatim olmasa idi; muhakkak o, cehennemin en de­rin çukurunda bulunur idi.” (Bkz. Sahih-i Buharî, c. 5, s. 130  )

Bu hadis uydurulmuştur. Seyyid Fehhar’ın naklettiği dört riva­yette, İmam Rıza ve İmam Sâdık, bu hadisi reddetmiş ve onun ya­lan olduğunu açıklayarak Ebu Tâlib’in iman etmiş olduğunu söy­lemişlerdir. (Bkz. el-Hüccet Ala’z-Zahib, s. 82-85  )

Öte yandan yukarıdaki rivayette şefaat meselesi söz konusudur.

Şefaat ise iman ve şehadete bağlıdır; kafirlere şâmil olmaz.

5- İbn-i Hacer şunu kaydeder: “Eğer Ebu Tâlib Müslüman ol­saydı Resulûllah cenazesinde namaz kılardı.”

Halbuki, Zeyni Dehlan gibi, bir çok Ehl-i Sünnet âliminin de ka­bul ettiği üzere o zamanlar henüz cenaze namazı teşri olmamıştı.( Bkz. Esne'l-Metâlib, s. 35 )

 Nitekim, bu yüzden Resulûllah (s.a.v.), Hz. Hatice için de cenaze namazı kılmadı.

6- İbn-i Sa’d şöyle nakleder: “Ebu Tâlib Resulûllah’ın zama­nında vefat etti. Câfer ve Ali ona vâris olmadı. Ama Akil ve Tâ­lib ona vâris oldu. Zira, Müslüman kafire mirasçı olamaz, kafir de Müslüman’dan miras alamaz.”

Abdulcelil-i Kazvinî, buna cevaben diyor ki: “Ehl-i Beyt mek­tebine göre, kafirler Müslümana vâris olamazlarsa da, Müslüman­lar kafirlerden miras alabilirler. Ali de, Ebu Tâlib’e vâris olmuştur. Kaldı ki, Ebu Tâlib’in kendisi de mü’min idi.” (Nakz, s. 513-514)

Ebu Tâlib’in Müslüman olarak öldüğü ile ilgili güçlü delillere yer vermeden evvel, vefatına yakın bir zamanda verdiği hutbesini aktaralım.

İmam Sâdık (r. aleyh) şöyle buyuruyor: “Ebu Tâlib’in vefatı yaklaşınca Kureyş’in büyüklerini toplaya­rak onlara şu vasiyette bulundu:

Ey Kureyşliler, sizler insanlar arasında Allah’ın seçkin kulları, Arab’ın kalbi, yeryüzü ve harem ehli arasında Allah’ın hazinedar­larısınız. Sizin aranızda muktedir bir önder, cesur bir öncü ve eli açık bir bağışlayıcı bulunmaktadır. Sizlere Kâbe’yi ta’zim etmenizi tavsiye ediyorum ki, bunda Allah’ın rızası, rızkın devamı ve zor­luklar karşısında direniş vardır. Sıla-i rahim yapınız. Zira, bu, ölü­mü erteler ve nüfusu çoğaltır. Zulmetmeyi terk ediniz ki, öncekiler de bu yüzden helak oldular. Davet edene icabet ediniz; hayat ve ölümün şerefi de bundadır. Sâdık olunuz ve emanete riayet ediniz. Zira, bu ikisi sayesinde iftiradan korunur ve halk nezdinde değer kazanırsınız.

Sizlere Muhammed hakkında iyilik etmenizi tavsiye ediyorum.

Zira, Muhammed, Kureyş’in emini, Arapların doğru sözlüsü ve sizi davet ettiğim şeyleri ihya edendir. Muhammed sizlere öyle bir mesaj getirmiştir ki, kalb ve ruh bunu kabul etmekte; ama dil, kö­tüleyenlerin korkusundan inkâr etmektedir.

Allah’a and olsun ki, adeta musta’zaf halkın O’nun davetini kabul ettiğini, sözlerini tasdik ettiğini ve risaletini kabul ettiğini görür gibiyim. Böylece Kureyş’in büyükleri hakir, evleri boşalmış ve zayıfları yücelmiş olacaktır. En büyükleri Peygambere en muh­taç olanı, en günahkârları da O’na en uzak olanlarıdır. Arap kavmi O’nu sevecek, topraklarını O’na verecek ve O’nu önder seçecektir.

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 267 /275

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir

 

Devam edecek