Dünden devam eden
Huneyn’de kadınların gösterdiği şecaat ve bağlılık, her türlü takdirin üstündedir. Huneyn’de zor anlarda Resul-i Ekrem’in etrafında yalınkılıç savaşan kadınları görüyoruz.
21-06-2022Ümmü Umare, “Müslümanlar, her tarafta bozguna uğradıkları zaman benim elimde keskin bir kılıç vardı” der. Ümmü Süleymi Abdullah b. Ebi Talha’ya hamile olduğu halde beline bir hançer bağlamıştı. Ümmü Salit ve Ümmü Haris gibi kahraman kadın savaşçılar, “Savaştan kaçmak size yaraşmaz” diyerek Ensar’ı kınıyordu. Huneyn zaferi üzerine, Müslüman kadınlardan biri şu beyti söylemiştir:
“Ey Allah süvarisi; sen Lât’ın süvarisini yendin!
Sebat ve zafer, Hakk’ı savunanın hakkıdır.”
Hakk’a hizmet faaliyetlerinin tümü demek olan cihad yolunda kadınların payı büyük olup asla küçümsenemez; İlahî taksimat ve görev bölümü dışında da sınırlandırılamaz.
Huneyn’de, İlahî yardımların tezahürleri olarak mucizeler de yaşandı. Sevgili Peygamberimizin, yerden bir avuç toprak alıp Hevazin kabilesi üzerine atıvermesi; böylece, Hevazin müşriklerinin hepsinin gözünün toprakla dolması, büyük bir mucizedir. Yaralanan Halid b. Velid’in yarasının iyileştirilmesi de öyle… Bu tip İlahî yardımlar, peygamberlere mucize şeklinde, ehlullaha keramet hâlinde ve her mü’mine de çeşitli seviyelerde mutlaka gelir. Yeter ki, samimiyetle Hakk’a iltica edilebilsin.
İslamî cihad ve fetihler, Hakk’a bağlılık, haklılık ve adaleti esas aldığı; gönüller önündeki engelleri kaldırmayı gaye edindiğinden dolayı, bir ölçü üzerine cereyan eder. Nitekim, Huneyn’de Peygamberimiz (s.a.v.); kadınlara, çocuklara ve esirlere dokunulmamasını emir ve tenbih buyurmuştur. Ve Müslümanlar; fethettikleri yerlerde öyle bir sistem oturtur, âdil bir ölçü yerleştirir ki; kimsenin malına, canına ve namusuna haksız yere dokunulmaz. Bu ölçü ve incelik, hayat bahşeder. Bu güzellikte vicdanlara taht kurma mahareti ve sanatı yalnız İslam’da ve Müslümanlarda vardır. Ne büyük, ne haklı dava ki; can pazarı bir savaşta bile, ölçü ve adalet sınırlarını taşmıyor! Tarih boyunca bütün İslamî fetihlerde de durum aynı şekildedir.
Günümüzde ve tarihte gerçekleşen işgallere gelince, heyhat! Zerre misali insaf, izan, idrak ve vicdan bulmak mümkün değildir. Bosna-Hersek, Irak, Libya, Afganistan, Karabağ, Keşmir felâketleri, Filistin zulmü; daha nice sıcak-soğuk savaşlar, tarifi imkânsız zulüm ve işkenceler!.. Arkadan da aynı nakarat: “Hürriyet, insan hakları.”
Esasen bu cazip ifadeler, icra edilen zulmü setretmek içindir. Kuzu postuna bürünmüş canavar hükmündeki asrî küfür ve şirk organizasyonlarından iyilik ve insaf beklemek ise en büyük basiretsizliktir.
O halde; hakikatte insanın haklarını ancak inananlar verebilir. İnsanlık adına dünya hâkimiyeti inananlarda olsaydı, dünyanın huzur ve saadeti gerçekleşmiş olurdu. Dünya insanlığı, mustarip halde işte bunu beklemektedir. Her mü’min, bu güzellik, huzur ve saadet için çalışmalıdır.
Ne ibretli bir durumdur ki, dün tebliğ için gelen İslam Peygamberini taşlayıp ayaklarını kan içinde bırakanlara O Peygamber, sel gibi akan bir ordu ile dönmüştü. Artık bu topraklarda ebediyen İslam hâkimiyeti söz konusu olacaktı. Artık Allah’ın hükümleri verilmeye başlanıyor, kan davaları hükme bağlanıyor, adalet işliyor; haklı-haksız ayrılıyordu. “Kısasta hayat vardır” hükmü daha iyi anlaşılıyordu.
Peygamberimizin, esir edilen sütkardeşine iyi davranması ve onu serbest bırakması da, vefakârlığın en güzel nişanelerindendir. Demek ki mü’min, adaleti elden bırakmamanın yanında, vefa duygusuna da sahip olmalıdır. İslam vefayı öğütler, fırsatçılığı, hamlığı ve yobazlığı ise reddeder.
Huneyn Savaşı boyunca bütün olaylarda olduğu gibi bir gerçeği daha müşahade ediyoruz ki, o da; Resulûllah’ın Allah tarafından her türlü tehlikelerden korunması ve Peygamberimizin, Allah’ın zafer vaadine kesin inanarak, bu hususta asla tereddüte düşmemesidir. Huneyn’e gidilirken bir ağacın altında istirahat eden Peygamberimize, bir bedevinin, yaklaşıp O’nu öldürmek istemesi esnasında, bir mucize eseri olarak yerinde donup kalması, Resulûllah’ın ona; “Seni şimdi Benim elimden kim kurtaracak?” diyerek onu öldürebileceğini hissettirmesi ve fakat öldürmemesi manidardır. Yine Huneyn’de, Şeybe b. Osman’ın O’nu öldürme teşebbüsü ve planının netice vermemesi; Peygamberimizin Şeybe’ye, yaptığı bütün planı ve düşünceyi haber vermesi, İlahî mucizelerden biri olmakla kalmaz, bu hâl, Şeybe’nin Müslüman olmasına da sebep olur. Şeybe’nin bir anda kalbi değişmiş; kin ve husumet dolu olan kalbi, muhabbet ve merhamete gark olmuştur. Şeybe, bu hali hayretle anlatır. Müslüman olarak kâfirlere saldıran Şeybe, İlahî yardım nevinden pek çok alaca atlılar gördüğünü de itiraf eder.
Prof.Dr. Haydar BAŞ Rahmetenli'l-alemin cilt 2 Kitabı sayfa : 349/363
Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir
Devam edecek