HUNEYN BOZGUNUNUN ASIL SEBEBİ - IV

Dünden devam eden

      Özetle şunu ifade edelim: Mağlubiyetle galibiyet arasındaki sınır, bıçak sırtı gibi keskin ve incedir. Niyet bozukluğu, mâsivaya meyletme ve nefsine alet olma, mağlubiyeti; Allah’a güven, sabır, sebat, itaat, teslimiyet ve gayret ise galibiyeti hazırlayan sebeplerdendir.

<HUNEYN BOZGUNUNUN ASIL SEBEBİ - IV

  Savaş meydanından kaçan düşmanın Müslümanlarca takip edil­mesi, psikolojik üstünlük ve inisiyatifi koruma bakımından ehem­miyet taşır. Nitekim, aynı hâli Bedir’de, Uhud’da ve Hendek’te görüyoruz. Müslümanın şecaatı imandan kaynaklanır ve basit kahramanlık rolleriyle mukayese edilmez. Nitekim, Müslüman­ların bozguna uğrayıp arkalarını çevirip kaçıştıkları bir zamanda, Resulûllah’ın bir katır üzerine binip düşmana karşı şiddetli hücuma kalkışması, cihad yolunda şecaatın emsalsiz bir örneğidir.

   Yine, zor bir anda, Peygamberimizin, “Ben Peygamberim, bunda yalan yok” diyerek ayakları üzerinde dimdik kalması; O’nun, Hak Peygamber oluşunun, davasındaki samimiyet ve kararlılığın delil­lerindendir. Gerçek dava eri, zaaf göstermez ve geri adım atmaz. Resulûllah’ta görülen de bu idi. Huneyn bize gösteriyor ki; cihad, hayatî faaliyetlerin tamamıdır.

  İnsan, hak yolda oldukça; hizmette birlik ve itaat gösterdikçe aşılamayacak güçlük yoktur. Bu sebeple kişi, Hakk’a hizmette, sadece nimete yahut zafere talip olmamalı; yalnız onları talep etmemeli; zaferi ve nimeti, Hak yolunda olmak olarak telakki etmelidir. Bu ölçü insanda hâkim olursa, nimet karşı­sında şımarmadığı gibi, musibet karşısında da ezilip yeise düşmez. Hayatı baştan başa cihad sahası olarak kabul eder. Hakk’a hizmeti hayat tarzı bilir. Yeri gelmişken burada cihad kavramı üzerine biraz duralım.

  Ci­had; sıkıntı ve meşakkat anlamına gelen “cehd” kökünden gelir. Hakikatte de cihad, zorluklarla ve meşakkatlerle dolu bir ibadettir. Cihad, içinde bütün hayırları toplayan yüce bir ibadettir. “Cihadda hayır vardır” hükmü bu gerçeği ifade eden kesin bir karardır. Vü­cut ülkesinde ve toplumda Hakk’ın hâkimiyetini ifade eden ibadet olması münasebeti ile, cihadsız hayatı düşünmek tamamen nefs-perestlik olur. Bu tür yaşayış, şekilde insanî görünse bile, hakikatte hayvanî bir hayat olur. Böyle bir hayat sürenlerin ruhî yücelik ve üstünlükleri yoktur. Hâlbuki insan, hayatını bir gayeye hasrederek, üstün hayat örneği vermesi gereken bir yaratılışa sahiptir. Onun için, insanın hem imanı, hem de yaradılışının gereği olarak, cihad ile hayatı bütünlük arz eder.

    Kısaca; mü’minin hayatı baştan başa cihaddır. Cihad; i’lâ-yı kelimetullah için Hakk’ın hâkimiyetini nef­sin üzerine bina etmek olayıdır. Yani cihadda, sadece düşman hedef olmayıp, nefsi ve düşmanı da Hakk’a râm etmek; her iki durumda da Hakk’ın hâkimiyetini ilan etmek vardır. Bu sebeple, zorluk ve meşakkat ile dolu olan bu ibadet emredilmiş ve övülmüştür. O hal­de, zâhir-bâtın bütün Hak düşmanlarıyla her zaman ve her yerde, kendi şartlarında cihad etmek gerekmektedir. Cihad, imanın teza­hürüdür. Cihad, imandan müstakil bir şube olmak yerine, imanın aksiyon hâlidir. Nasıl ki, iman, hayatın maddî-manevî bütün cihet­lerini ihata ediyorsa; imanın âlâmet-i fârikası olan cihad da bütün hayatı içine alır. Demek; cihadın şuurunda olanlar, büyün hayatını ibadet hâline sokmuştur. İbadetin özü ise zikirdir ki, cihadı bâtıl kavgalardan ayırır. Dâim cihad, daim zikir olduğuna göre; cihadı zikr-i dâim hâline dönüştürmek hayatın kanı-canı hükmündedir.  Cihad kavramı, itaat ve teslimiyeti beraberinde getirir.

İtaat, kelime olarak; boyun eğmek, isteneni yerine getirmektir. Istılahta ise; Hakk’a Hak için, Hak adına tâbi olmaktır.  Teslimiyet ise; itaatin severek, isteyerek, gönül rızası ile gerçek­leşmesi olayıdır. Zaten Müslüman, Allah’a ve O’nun emirlerine ka­yıtsız şartsız teslim olan insan demektir.

İtaat ve ibadet, Allah’a teslimiyet ve kulluğu ifade etmekle be­raber, şümul olarak birbirinden farklıdır. İtaat, her sahada; gerek ibadetlerde, gerekse âdetlerde boyun eğip inkıyad etmektir. Buna göre, hayatını her şubesi baştan başa itaat çemberinin içine girmek­tedir. İtaat, başta Allah’a ve Resulü’ne olduğu gibi, bu itaat silsi­lesinin üçüncü halkasında, insanlar arasında hakkı tebliğ ve temsil ile vazifeli mü’minlerden oluşan bir merkezî otorite bulunmalıdır. Hakk’ın muvaffakiyeti için inananların, kendilerinden meydana gelen bir merkezî otoriteye itaatleri de Allah ve Resulü’ne itaatin şümulü içerisindedir. Bu çeşit itaat ve teslimiyet, hem hakikatin galebesi ve hem de her mü’minin kurtuluşu için zaruridir.

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmetenli'l-alemin cilt 2 Kitabı sayfa :  349/363

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir

Devam edecek