Her şey Allah’ı arıyor.....

Varlığın hakikatini kavramak, insanoğlunun daima merak konusu olmuştur.

<Her şey Allah’ı arıyor.....

 

Sonsuz çeşitteki maddeyi, evreni, galaksileri hepsinden önemlisi bir su damlasından meydana gelen kendini gören insan, tüm bunlar neden var oldu, bu yaradılışın sebebi nedir, nasıl meydana geldi şeklindeki sorularına yüzyıllardır cevap aramaktadır.

 

Âlemlerin yaratıcısı Cenab-ı Hak olması sebebiyle, yaradılışla ilgili sorular için kesin doğrulara ulaşmak da ancak, Allah'ın yaratılıştaki hikmetini kavramakla olabilir.

 

"Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" (Zariyat: 56) ayet-i kerimesi ve "Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi murad ettim, mahlukatı yarattım" kudsi hadisinde de beyan edildiği gibi, Cenab-ı Vacibul Vücut, bu âlemi, kendisini bilmesi, varlığını kabul ile tanıması maksadıyla yaratmıştır.

 

Allah'ı tanıması muradıyla verilen eşya ve insan ise, Cenab-ı Hakk'ın tecellilerinden vücut bulmuştur ve alemin devamı bu tecellilerin devamına bağlıdır.

 

Maddenin boyut kazanması için mutlak olan tecelli hareket demektir. Kâinat en küçük madde biriminden, en büyüğüne kadar bir hareketin eseridir. Allah'ın tecellisidir. Tecelli durduğu an madde yok olur. Bilindiği gibi, maddenin yapı taşı olan atom, çekirdeğinin etrafında korkunç bir hızla dönen elektronlardan oluşmaktadır. Bu dönüş hızı o kadar fazladır ki, izledikleri yörüngede bir elektron duvarı oluştururlar. Bizim madde olarak gördüğümüz şey, aslında idrak edemeyeceğimiz kadar hızlı dönen parçacıkların oluşturduğu bir görüntüdür. Bu görüntü, hareketin görüntüsüdür. Hareket ise tecelliden başka bir şey değildir.

 

Elektronların tecelli sonucu meydana gelmeleri an'ı, anların ard arda oluşu zamanı, bu görünüşte mekanı meydana getirir. Yani tecelli durunca, zaman ve mekan da yok olacaktır.

 

Allah'ın zat, sıfat ve esmasından hangisi ile bir tecelli olursa, madde ona göre vücut bulur, o tecelli ile Rabbına ulaşır.

 

Atomun elektronlarındaki korkunç hızla dönme de, aslında O'nu yaratana bir yöneliştir. Hz. Mevlana'nın ifadesiyle, felek âleminin yüzmesi, âlemin kendini Yaradanı aramasıdır.

 

Kürreden zerreye tüm mahlûkat, tecellileriyle var olan ve devamı için her an ona muhtaç olduğu Rabbını arayış seferberliğidir.

 

Sıfat ve esma tecellileri neticesi nebatat, hayvanlar âlemi, galaksiler, yıldızlar, vs. vücut bulur. Zat sıfatının muhatabı ise Cenab-ı Hakk'ın yeryüzündeki halifem dediği insandır.

 

İnsanın Allah'ı arayışı ve kavuşma isteği de bu sebeple çok daha fazladır. Ve ancak kendi özünü, ruhunu tanıyarak Allah'a gidecek yolu bulabilir. Peki, insanın özü nedir?

 

Batıda Alex Crall'in nobel ödülüne layık görülen "insan bu meçhul" tezine karşın, İslam dünyasında insan meçhul değil, bilakis Cenab-ı Hakk'ın nefa-i ilahisini taşıyan O'nun en kıymetli varlığıdır.

 

Manevi yönden kendini keşfeder, bu nefai ortaya çıkarırsa, özünü tanımış ve Rabbını tanımaya başlamış olacaktır. Zira ancak "Ben"in mahiyeti bilinirse, Allah bilinebilir. Bu ise, aklın değil, kalbin vazifesidir.

 

Cenab-ı Hakk'ı bilmek ancak kalp kulvarından olabilir. Akılla, kitaplar okuyarak Allah'ın bilinmesi imkansızdır. Bu sayede sadece Allah'ın ne olmadığı anlaşılabilir. Rabbimizi tanımak ise kalbe olan tecellilerledir.

 

Nasıl ayna, karşısındaki görüntüyü yansıtırsa, kalbimiz de Allah'ın tecellilerini yansıtan bir ayna gibidir. Bu tecellilerle Allah kulunun kalbinde kendisini sever.

 

Nurani tecellilerle de kul Rabbını tanır, O'nu sever, teklik hali olan aşkı yakalar ve bu aşkla Rabbına ulaşır.

 

Cenab-ı Hakk'ın kendini sevdiği bir ayna olarak kalbin sağlanması ise ancak ibadetle mümkündür. İbadetle nefsi kötü sıfatlardan temizlenen insanın kalbinde, ahlak-ı zemimenin vasıfları kalmaz. Nefsi erir, kendi varlığından geçer, Allah'ın ahlakına bürünür. Bu sayede o kul artık, her an Rabbıyla beraberdir ve onun her hali ibadettir.

 

Kalbi temizleyecek ve Allah'a vuslatı sağlayacak en kıymetli ibadet ise zikrullahtır. Yani Allah'ı hiç unutmadan, her yerde ve her an O'nu anmaktır. Varlık âlemi, her an Allah'ı zikir halindedir. Tecellileriyle var olan mahlûkatın, Allah'a ulaşma seferi bir zikirdir.

 

İnsanları Allah'a taşıyan 2 yol olan nübüvvet yolu Resûlullah (s.a.v) ile sona ermiştir; velayet yolu ise Hz. Ali'den günümüze onun vekilleri aracılığıyla halen devam etmektedir.

 

Hz. Ali'nin Resûlullah'a, Allah'a ulaştıracak en kısa yolu sorduğunda, kendisine her an zikrin tavsiye edilmesi, kulun vuslatının zikirsiz olamayacağını göstermektedir. Biz de içinde bulunduğumuz bu mübarek günleri ibadetle geçirerek varlık sebebimiz olan Allah'ı tanımada vesileler aramaya çalışmayız.