‘Hak edene hakkını ver’

İmam Ali (a.s.), valisi Malik Eşter'e yazdığı emirnamesinde buyurdu ki: "Yakın olsun, uzak olsun hak edene hakkını ver, bu konuda sabırlı ol, ecrini Allah verir. Her ne kadar adaleti uygulamada yakınların zarar da görse, sonu övülmüş olan bu iş sana ağır da gelse, sen yine işin sonuna bak"

<‘Hak edene hakkını ver’

TÜRK-AZ HABER / EHL-İ BEYT

İmam Ali (a.s.), Malik Eşter'e yazdığı emirnamesinin devamında şöyle buyuruyor:

"Valinin, kendi reyleriyle hareket eden, zulüm işleyen, muamelede insafları az olan, adaleti gözetmeyen bazı yakınları vardır, bunların sebeplerini yok ederek köklerini kopar. Yakınlarından hiç birine bir arazi verme. Sakın sana yakınlıkları sebebiyle sudaki payları veya ortak yapmaları gereken işlerinde komşu arazilerin sahiplerine zarar verecek ve zahmetlerini onların üzerine atacak bir antlaşma yapmasınlar. Bunun faydası, lezzeti onlara; vebali ise dünya ve ahirette sana kalır. Yakın olsun, uzak olsun hak edene hakkını ver, bu konuda sabırlı ol, ecrini Allah verir. Her ne kadar adaleti uygulamada yakınların zarar da görse, sonu övülmüş olan bu iş sana ağır da gelse, sen yine işin sonuna bak!

Halkın, zulüm yaptığını zannederse; mazereti açıkça söyleyerek kendini bu zandan kurtar. Bu iş nefsin için bir riyazet ve halka karşı bir yumuşaklıktır. Özür getirmekle, hem kendi hedefine ulaşırsın, hem de onların hak yolda sebat etmelerini sağlarsın.

Düşmanın, sizi Allah'ın hoşnutluğuna ulaştıracak barış teklif ederse, kabul et. Çünkü barışta ordun için huzur ve genişlik; sıkıntıların için rahatlık ve kurtuluş; şehirlerin için emniyet vardır. Fakat barış yaptıktan sonra düşmanına karşı her yönüyle uyanık ol, ondan kork ve tetikte bulun; çünkü düşman, çoğu kez yaklaşarak gafil olmanı bekler. Öyleyse tedbirini al, bu hususta hüsn-ü zan beslemeyi de bir kenara bırak.

Düşmanınla bir anlaşma yaptığın veya onu zimmetin altına aldığın zaman ahdine vefalı ol; eminliğinle verdiğin zimmete riayet et. Verdiğin sözlere, haklara kendini kalkan yap. Çünkü arzularının farklılığına, görüşlerinin kopukluğuna, bölük pörçük oluşuna rağmen insanların, Allah'ın farz kıldığı şeylerden ahitlere vefalı olmak gibi saygı gösterdikleri, üzerinde şiddetle birleştikleri başka bir şey yoktur. Hatta müşrikler bile kendi aralarında buna riayet etmişler, sözünde durmamanın kötü sonuçlarını görmüşlerdi.

O halde zimmetine ihanet etme, ahdine vefasızlık etme, düşmanını sözle kandırma. Çünkü cahil ve asi olandan başkası, Allah'a karşı böyle bir cürette bulunmaz. Allah, ahdini ve zimmetini rahmetiyle kulları arasında bir güvenlik; dokunulmasını yasakladığı, herkesin yerleşeceği ve herkesin civarına koştuğu haremi kılmıştır. Onu bozmak, ona ihanet etmek, ona hile katmak olmaz. Bahanelerle bozulacak anlaşmayı yapma, pekiştirip belgeledikten sonra, bozmak için birçok anlama gelen muğlâk ifadelere dayanma.

Boynuna aldığın ve ilahi ahdine riayet etmen gereken işin sıkıntısı, hiçbir hakkın olmadığı halde seni verdiğin ahdini bozmaya yöneltmesin. Ortadan kalkmasını umduğun ve güzel sonucuna göz diktiğin işin sıkıntısına sabretmen; akıbetinden korktuğun ihanetten, Allah'ın seni sorguya çekmesinden ve dünya ve ahirette bağışlanma yolunun yüzüne kapanmasından daha hayırlıdır.

Kanlardan ve onları helal olmaksızın akıtmaktan sakın. Çünkü azaba sebep olan, daha büyük bir şey yoktur. Kanların haksız yere dökülmesinden başka, hesap sorulmasına, nimetinin zevaline ve müddetin kesilip ömrün bitmesine sebep olacak bir şey yoktur. Allah, kıyamet gününde insanlardan ilk olarak, akıttıkları kanları sorup kulları arasında hükmedecektir. Haram olan kanı akıtmakla otoriteni güçlendirmeye kalkışma. Çünkü bu, gücü zayıflatan işlerdendir. Hatta gücü yok edip götürür veya başkalarına verir.

Kasten adam öldürme hususunda ne benim yanımda, ne de Allah katında hiçbir özrün olamaz. Çünkü cezası kısastır. Eğer hatayla birini öldürürsen, kamçın, kılıcın veya elin yanlışlıkla veya istemeden cezalandırmada aşırı giderek veya hafif bir darben veya biraz daha fazlası ölüme sebep olursa, gücüne güvenerek öldürülen kimsenin velilerine haklarını vermezlik etme."

(Nehcü'l-Belağa'dan...)