HABEŞİSTAN’A ZORLU YOLCULUK II…..

Dünden devam

    “Onlar ve biz, bir dinde idik. Onlar, dinimizi bıraktılar; Muhammed’e ve dinine tâbi oldular.” Bu tutarsız cevapları kâle almayan Necaşi, Müslümanlara dönerek dinleri hakkında bilgi ver­melerini istedi.

<HABEŞİSTAN’A ZORLU YOLCULUK II…..

      Hz. Câfer; “Ey hükümdar! Biz cahiliyet üzere olan bir kavim idik. Putlara tapar, lâşe yer, fuhuş işlerdik. Akrabalara küser, kom­şuluk hakkına riayet etmezdik. Zayıf, kuvvetlinin esiri idi. Biz, bu hâl üzere iken Allah, içimizden bir peygamber gönderdi. Nesebi ve asaleti; sadakat ve emaneti, şeref ve namuskârlığı hepimizce ma­lumdur. O, bizi bir Allah’a davet ediyor; atalarımızın tapınageldik­leri putları, ağaç ve taş parçalarını terk etmemizi söylüyor. Bize doğru söylemeyi, emanete ve akrabalık bağına riayet et­meyi, komşularla güzel geçinmeyi, haramdan, kan dökmekten sakınmayı emrediyor. Fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadınlara iftira etmekten, dil tecavüzünden nehyediyor. Allah’a ibadet edip, O’na hiçbir sûrette şirk koşmamayı emrediyor. Namaza, sadaka ve ihsana, oruca davet ediyor. Biz de O’na ina­nıp, getirdiği dine tâbi olduk. Allah tarafından getirdiklerini tasdik ettik. O’nun emrettiği vechile ibadet ettik. O’nun haram dediğini haram bildik, helal dediğini helal tanıdık. Bundan dolayı kavmimiz bize düşman kesildi. Bize türlü türlü işkenceler yapmağa kalkış­tılar. Bizi dinimizden çevirip yine putlara ibadete zorladılar. Bize zulmettiler. Bizimle dinimiz arasına giriyor, Allah ile kulu ayırmak istiyorlar. Biz de, onlardan kaçarak sizin ülkenize iltica ettik; size sığındık. Sizi başkalarından daha iyi gördüğümüz için burayı tercih ettik. Sizin komşuluğunuzu başa devlet bildik. Sizi emin bulduk. Sizin nezdinizde zulme uğramayacağımızı, haksızlık görmeyece­ğimizi umduk” dedi.

    Necaşi’nin yanına geldiklerinde selam vermişler fakat secde etmemişlerdi. Bu tutumlarını fırsat bilen saray eşrafı ve elçiler de Müslümanları Necaşi’ye kötülemişlerdi. Bu yüzden Hz. Câ­fer (r.a.), bu tutumlarının gerekçesini de şöyle izahta bulunarak Necaşi’yi ikna etti: “Selam verme meselesine gelince; biz seni Resulûllah’ın selamı ile selamladık. Biz birbirimizi hep böyle se­lamlarız. Cennet’e gireceklerin selamlaşmalarının da bu şekilde olacağını Peygamberimiz’den öğrendik. Bu yüzden seni böyle se­lamladık... Secde etme hususuna gelince, biz Allah’tan başkasına secde etmekten yine Allah’a sığınırız!”

      Bu sözlerden oldukça etkilenen Necaşi, Kur’an’ı dinlemek iste­di. Hz. Cafer (r.a.), Meryem Sûresi’nin şu ayetlerini okudu: “Hz. Meryem, Hz. İsa’ya işaret etti. Onlar; ‘Beşikte olan bir çocukla nasıl konuşabiliriz?’ dediler. İsa dedi ki: Ben Allah’ın kuluyum; Bana O, kitap verdi, Beni peygamber kıldı. Sağ olduğum müddetçe Bana namaz ve zekatı tavsiye etti. Anam hakkında da hayırlı olma­yı tavsiye etti ve Beni cebbar ve şaki kılmadı. Doğduğum gün, öle­ceğim gün ve tekrar ba’s olunacağım gün, Benim üzerime selamet vardır.” (Meryem, 29-33)

     Okunan ayetler karşısında Necaşi de, rahipler de gözyaşlarını tu­tamadılar. Necaşi; “Bu aynı kandilden fışkıran bir nurdur ki, Musa da, İsa da onunla gelmişti” dedi. Bu itiraftan sonra elçilere dönerek şunu söyledi: “Bunları size teslim edemem. Böylece bilin!”

    Pes etmeyen Amr b. As, ertesi gün Necaşi’nin huzuruna çıkarak Müslümanların Hz. İsa hakkında garip şeyler söylediklerini arz etti. Bunun üzerine Necaşi, Müslümanların bir kısmını huzuruna davet ederek Hz. İsa hakkındaki fikirlerini sordu. Müslümanlar adına söz alan Hz. Câfer (r.a.): “O, Allah’ın kulu, Resulü ve Allah’ın gönderdiği bir ruhtur. O, dünyadan ve erkekten vazgeçen iffetli bir kız olan Meryem’e ilka edilen Allah’ın bir Kelimesidir.”

Bu cevap Necaşi’yi çok sevindirdi. Eline bir çubuk aldı ve yere bir çizgi çizerek: “Bizim ile sizin aranızda, bu hususta, şu çizgi kadar bir fark var” dedi. Necaşi, sözlerine devamla şu hayret verici ifadeleri kullandı: “Sizi ve yanından geldiğiniz Zât’ı tebrik ederim ki O, Allah’ın Resulü’dür. Zaten biz, O’nun vasıflarını kitabımız olan İncil’de okumuştuk. O Peygamberi, Meryem oğlu İsa da in­sanlığa müjdelemişti. Allah’a yemin olsun ki, eğer O, ülkemde bu­lunmuş olsaydı, ayakkabılarını taşır, ayaklarını yıkardım. Gidiniz; ülkemin el sürülmemiş kısmında her tecavüzden mahfuz, emniyet ve huzur içerisinde yaşayınız. Size kötülük eden helak olur (Bu sözleri üç kere tekrar etti). Ben sizden herhangi birinizi üzüp de, bir dağ kadar altına sahip olacağımı bilsem, yine de buna teşebbüs etmem.”

    Bu kesin tavırdan sonra elçiler, hediyeleri de kendilerine iade edilmek sûretiyle geri dönmek zorunda kaldılar. Haberi duyduk­larında, Mekke müşriklerinin hayret ve yıkımlarının boyutunu siz düşünün. Tam bir iflas...

Hz. Câfer, Necaşi ve Amr b. As’ın konuşmalarının; gerek kâfirlerin ana karakterine, gerek Müslümanın siyasî ve ahlakî tutumuna, gerekse hak, hukuk ve adaletin üstünlüğüne ayna olması açısından birçok ibret verici noktasından bazılarını hatırlatmak istiyoruz.

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 217 /221

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir