Gadr-i Hum öncesi ve sonrası.....

Hadislerde Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.) bazen genel ve bazen de kişisel olarak, halifesini açık bir şekilde tanıtmıştır. Bu hadislerin her biri bilinçli ve hakikati arayan kişiler için hücceti tamamlamaktadır

<Gadr-i Hum öncesi ve sonrası.....

Hadislerde Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.) bazen genel ve bazen de kişisel olarak, halifesini açık bir şekilde tanıtmıştır. Bu hadislerin her biri bilinçli ve hakikati arayan kişiler için hücceti tamamlamaktadır.

Fakat buna rağmen Hz. Resulûllah (s.a.v.), mesajını uzaktan-yakından gelen herkese duyurarak, bu konuda her türlü şek ve şüpheyi tamamen ortadan kaldırmak için Veda Haccı dönüşünde Gadr-i Hum denilen yerde durmuş, etrafındakilere, Allah Teâlâ tarafından kendilerine bir mesajı açıklamak üzere görevlendirildiğini bildirmiştir.

Bu mesaj, çok büyük bir vazifeyi yerine getirmeyi içeriyordu ve bunu yapmadığı takdirde Resul-i Ekrem (s.a.v.) peygamberliğini yerine getirmiş sayılmıyordu:

"Ey Elçi, Rabbinden Sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini duyurmamış olursun. Allah Seni insanlar(ın şerrin)dan korur."  

Muhaddisler ve müfessirler bu ayetin Veda Haccı'nın bitiminde, Gadr-i Hum gününde indiğine işaret ederler. 

Bunun üzerine, Hz. Resulullah (s.a.v.) için bir minber hazırladılar. O Hazret minbere çıkarak şöyle buyurdu: "Yakında Hakk'ın davetine icabet edeceğim; Benim hakkımda sizler ne diyorsunuz?"

Cemaat, "Allah'ın dinini bize tebliğ ettiğine, hayrımızı dilediğine ve bu konuda çok çaba harcadığına tanıklık ediyoruz. Allah Sana hayırlı mükâfatlar versin" dediler.

Sonra, "Allah'ın birliğine, kıyametin hak olduğuna tanıklık ediyor musunuz?" buyurdu.

Oradakiler olumlu cevap verince şöyle buyurdu: "Ben sizden önce (Kevser) havuz(un)a gideceğim; bakalım Benim iki paha biçilmez halifeme karşı nasıl davranacaksınız?"

Bir sahabe, "Sizin iki halifeniz nelerdir?" diye sorunca Hazret şöyle buyurdu: "Biri Allah'ın Kitabı, diğeri ise soyum olan ıtretimdir. Latif ve Habir olan Allah Bana, bu ikisinin kıyamet günü havuzun başında Bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmayacağını bildirmiştir. O ikisinden öne geçmeyin, yoksa helak olursunuz, onlardan geride de kalmayın, aksi durumda yine helak olursunuz."

Sonra Ali'nin elinden tutarak kaldırdı; orada olan herkes o ikisini görüyordu, Hazret şöyle buyurdu. "Ey insanlar! Mü'minlere kendi canlarından daha evlâ (irade sahibi) olan kimdir?"

Cemaat, "Allah ve Peygamberi daha iyi bilir" dediler.

Resul-i Ekrem (s.a.v.), "Mevlâm Allah'tır Benim, Ben ise mü'minlerin mevlâsıyım ve Ben onlara kendi canlarından daha evlâyım" buyurduktan sonra üç kez şöyle ekledi: "Ben kimin mevlâsıysam, Ali de onun mevlâsıdır; Allah'ım!

Onu seveni sev, O'na düşman olana düşman ol, O'na şefkatli olana şefkatli ol, O'na gazap edene gazap et, O'na yardım edene yardımcı ol, O'nu alçaltanı alçalt, O döndükçe hakkı da O'nun ekseninde döndür, haberiniz olsun ha! Burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin bunu."

Gadir Hadisi, mütevatir hadislerdendir ve bu hadisin râvileri olan sahabe, tabiin ve İslam muhaddisleri onu her asırda mütevatir olarak rivayet etmişlerdir.

Sahabeden 110, tabiinden 89, İslam uleması ve muhaddislerinden 3.500 kişi Gadir Hadisini nakletmiştir.

Böyle bir tevatüre sahip olan bu hadisin varlık ve itibarında hiçbir şüpheye yer yoktur. Yine ulemadan bir grup, Gadir Hadisi hakkında müstakil kitaplar yazmışlardır. Bunların arasından, bu hadisin senetlerini de bir araya toplayan en temel belge, Allâme Abdulhüseyin'in (1320-1390 Hicrî Kamerî) eseri olan "el-Gadir" kitabıdır.

Şimdi, Hz. Resulullah (s.a.v.) ve Ali'nin (a.s.) "mevlâ" oluşundan maksadın ne olduğunu inceleyelim.

Karineler, bu tabirden, rehberlik ve önderliğin kastedildiğini açıkça ortaya koymaktadır:

a- Gadr-i Hum olayında, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.) hac kafilesini susuz ve bitki yeşermeyen kurak bir çölde ve günün çok sıcak bir zamanında durdurdu. Hava o kadar sıcaktı ki, orada olanlar abalarının yarısını başlarının üzerine örtmüşler, diğer yarısını da altlarına sermişlerdi.

Böyle bir konumda, doğal olarak Hz. Resulûllah (s.a.v.), ümmetin hidayetinde kader belirleyici çok önemli bir konuyu açıklayacak demekti.

Evet, Müslümanların kaderini belirlemede, vahdetin kaynağı ve dinin koruyucusu olan halife tayininden daha önemli bir şey olabilir miydi?

b- Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.), Hz. Ali'nin (a.s.) velâyet ve hilâfetini söz konusu etmeden önce, usûlü'd-dini teşkil eden tevhid, nübüvvet ve mead konusundan bahsedip, halktan onlar hakkında ikrar aldı ve sonra İlahî mesajı tebliğ etti.

Hz. Resulullah'ın (s.a.v.), insanlardan usûlü'd-din konusunda ikrar almasının hemen peşinden İlahî mesajı tebliğ edişinden, bu mesajın önemini ve O Hazretin bu büyük kongreden hedefinin, belli bir kişiyle dost olmak, onu sevmek gibi sıradan bir şey olamayacağını anlamak mümkündür.

c- Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.), hutbesinin başında, yakında dünyadan göçeceğini bildirmiştir ve bu da O Hazretin kendisinden sonra ümmetin durumundan endişelendiğini göstermektedir. O hâlde dininin, gelecekteki olaylar fırtınasında bir tehlikeyle karşılaşmaması için bir çare araması daha uygun olurdu.

d- İmam Ali (a.s.) hakkındaki İlahî mesajı açıklamadan önce, kendisinin evlâ -üstün- ve mevlâ -efendi- oluşundan bahsederek, "Allah Benim mevlâmdır ve Ben de mü'minlerin mevlâsıyım, mü'minlere, onların kendi canlarından daha evlâyım" buyurdu.

Resulullah'ın (s.a.v.) bu buyruğu, Hz. Ali'nin (a.s.) mevlâlığının, Resulûllah'ın (s.a.v.) mevlâlık ve evlâlığı türünden olduğunu ve O Hazretin, Allah'ın emriyle bu mevlâlığı İmam Ali (a.s.) için de ispatladığını göstermektedir.

e- Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.) İlahî mesajı açıkladıktan sonra, orada bulunanların, bulunmayanlara duyurmalarını istedi.

İslam tarihi, Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.v.) düşmanlarının, O Hazretin İlahî davetini söndürmek için, O'nu sihirbazlıkla suçlamaktan yatağında öldürme teşebbüsüne varıncaya kadar her çeşit yola başvurduklarını fakat her defasında, Allah Teâlâ'nın O Hazrete lutufta bulunarak O'nu müşriklerin uğursuz planlarından koruduğunu göstermektedir.

Onların son ümidi (özellikle O Hazretin erkek çocuğunun kalmadığını göz önünde bulundurarak), Hz. Resulullah'ın (s.a.v.) ölümüyle bu davetin sönmesiydi:
"Yoksa onlar (senin hakkında), "Bir şairdir, zamanın felâketlerine çarpmasını (ölmesini) gözetliyoruz" mu diyorlar?"   

Müşrikler ve münafıkların çoğu bu düşünceye sahipti. Fakat Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.), hayatı boyunca İslam'a karşı hâlis imanı ve direncini ortaya koyan birini kendi yerine tayin ederek, düşmanların ümidini suya düşürdü ve böylece dinin bekâsını sağlayarak temelini güçlendirdi. Böyle bir rehberin tayiniyle de İslam nimeti kemâle erdi.

İşte böylece, Ali'nin (a.s.), Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.v.) halifesi olarak tayin edilmesinin ardından Gadr-i Hum günü "İkmâl" ayeti nazil oldu.

"Bugün artık inkâr edenler, sizin dininiz(i yok etmek) den umudu kesmişlerdi. Onlardan korkmayın, Benden korkun! Bugün sizin için dininizi olgunlaştırdım, size nimetimi tamamladım ve size din olarak (Peygamberin halifesinin tayiniyle kemâle ermiş) İslam'ı beğendim."

Fahr-i Râzi tefsirinde diyor ki: "Bu ayet indikten sonra, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.) 81-82 gün yaşadı ve ondan sonra kavga ve hiçbir şekilde nesh ve değişiklik olmadı. Dolayısıyla, bu ayet Veda Haccı'nda, zilhicce ayının on sekizinde Gadr-i Hum'da nâzil olmuştur. Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.) Ehl-i Sünnet'in görüşüne göre rebiulevvelin 12'inde vefat ettiğine göre, eğer ayet bu üç ay içinde nesh edilmemişse, 82 güne tatbik eder." 

Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.v.) halefi konusunun İlahî bir mesele olduğunu ve halkın bunda bir rolü olmadığını ispatlayan yukarıdaki mütevatir rivayetler dışında, tarihî gerçekler de, O Hazretin, Mekke'de bulunduğu ve daha Medine'de hükümet kurmadığı günlerde bile, hilâfet konusunu İlahî bir mesele olarak kabul ettiğini göstermektedir.

Örneğin, Ben-i Amr kabilesinin reisi, hac mevsiminde Resulullah'ın (s.a.v.) huzuruna çıkarak, "Bizim Sana yardım etmemiz sonucu muhaliflerine karşı zafere ulaştın; acaba önderlik konusunda bizim de bir payımız var mı?" diye sorunca, O Hazret buyurdu ki: "Bu iş Allah'a düşer; Allah kimi isterse bu işe seçer."
 
Açıktır ki, eğer hilâfet konusu halkın seçimine bırakılmış olsaydı, O Hazretin, "Bu iş ümmete düşer" veya "halletme anlaşma (hall ve akd) şûrâsına düşer!" demesi gerekirdi.

Resul-i Ekrem (s.a.v.) bu konudaki buyruğu, Allah Teâlâ'nın risalet konusundaki şu buyruğunun aynıdır:

"Allah, elçiliğini nereye koyacağını (elçilik görevini kime vereceğini) daha iyi bilir."  (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Cafer eserinden)