EBRAR AYETLERİ.....

      Prof. Dr. Haydar Baş, “İmam Hasan” Eserinde Abrar ayetleri hakkında şu bilgileri veriyor:  “İtaat eden ve iyilikte bulunanlar, şüphe yok ki kâselerle şarap içerler ki kâfur ırmağının suyu da karıştırılmıştır bu şaraba.’’

 EBRAR AYETLERİ.....
Mimar Gökhan Demir

 EBRAR AYETLERİ.....

  ‘‘Allah’ın has kullarının içtiği bu şarap, bir kaynaktan çıkar ki onlar, diledikleri gibi, diledikleri yerlerde, onu akıtıp fışkırtırlar. Adaklarını yerine getirir onlar ve şerri her yanı saran, kaplayan günden korkaklar. Ve ona ihtiyaçları olduğu halde yemeklerini yoksula ve yetime ve tutsağa verirler, onları doyururlar. Sizi, ancak Allah rızası için doyurmadayız ve sizden istemeyiz ne bir karşılık, ne bir şükür. Şüphe yok ki, biz suratları astıran, azabı pek şiddetli olan gün, Rabbimizden korkarız. Derken Allah da korumuştur onları, bugünün şerrinden ve yüz­lerine bir parlaklık, gönüllerine bir sevinç vermiştir. Ve sabretmelerine karşılık da mükâfatları cennettir ve ipeklilerdir. Yaslanırlar orda tahtlara, orda ne güneş görürler, ne zemheri. Ağaçların gölgeleri, yakındır onlara ve meyveleri, adam akıllı ram olmuştur onlara. Ve sunulur onlara gümüş kadehler ve sırça sağraklar. Öylesine sırça ki incecik gümüşten ve hepsini de içecekleri mik­tara, susuzluklarına göre ölçmüşlerdir adeta. Ve bir kadehle susuzlukları giderilir ki içindeki şaraba zencefil karıştırılmıştır. Orda bulunan ve şarıl-şarıl akan her yana giden, boğazdan ka­yan selsebil kaynağından. Etraflarından, ölümsüz delikanlılar dolaşır, onları görünce sanır­sın ki saçılmış incilerdir. Ne yana baksan nimetler görürsün, ne yana baksan pek büyük ve zevalsiz bir saltanat ve devletler. Üstlerinde de ip incecik yeşil ve ipek elbiseler, kalın ipekten do­kunmuş libaslar vardır ve gümüş bilezikler takınırlar ve Rableri, onları, tertemiz bir şarapla suvarır. Şüphe yok ki bu, size bir mükâfattır ve çalışmanız makbuldür. Şüphe yok ki biz indirdik Kur’an’ı sana ayet, ayet ve zaman zaman. Artık sabret Rabbinin hükmüne ve uyma onlardan suçlu yahut nankör olana. Ve an Rabbinin adını sabah ve akşam. Ve geceleyin de secde et artık O’na ve tenzih et uzun gecelerde O’nu. Şüphe yok ki bunlar çabucak gelip geçeni severler ve o ağır günü artlarına atar, bırakır giderler. Biz yarattık onları ve kuvvetlendirdik yaradılışlarını ve dilersek onları değiştiririz de yerlerine onlara benzer başkalarını getiririz. Şüphe yok ki bu bir öğüttür, artık kim dilerse Rabbine doğru bir yol tutar. Ve Allah dilemedikçe onlar dileyemezler; şüphe yok ki Allah her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir. Dilediğini rahmetine alır ve zalimlere gelince, elemli bir azap hazırlanmıştır onlara.” (İnsan, 5-31)

   Âlimler ittifak etmektedirler ki, bu ayetler Hz. Ali (a.s.), Hz. Fa­tıma (a.s.), Hz. Hasan (a.s.), Hz. Hüseyin (a.s.)’ın yiyeceklerini miskin, yetim ve esire sadaka vermeleri ile ilgilidir. İbn Abbas’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, bu ayetlerin nüzul sebebi şöyle anlatılır: “Hz. Hasan (a.s.) ve Hz. Hüseyin (a.s.) küçükken hastalan­mışlardı. Peygamberimiz (s.a.v.) ashab-ı kiramdan birkaç kişi ile torunlarını ziyarete geldiler. Bu esnada ziyaretçilerin bazıları Ali (a.s.)’a, “Ya Ali! Çocukların için bir nezir yapmak istemez misin?” dediler. Hz. Ali (a.s.) ve Hz. Fatıma (a.s.) da Allah’ın (c.c.) rızasını talep ve O’na şükretmek ve çocuklarının şifa bulmasını Hak’tan niyaz etmek üzere “üç gün oruç tutmaya” nezir ettiler. Derken çocukları hastalıktan kurtuldular. Bunlar da oruçlarını tutmaya niyet edip, başladılar. Lakin iftar için yiyecekleri yoktu. Hz. Ali (a.s.), Hayberli Şem’un isminde bir Yahudi’den üç gün iftar edebilmek için ödünç olarak üç çömlek arpa aldı. Hz. Fatıma (a.s.) arpanın bir çömleğini öğütüp kendi adetleri kadar, yani 5 ta­necik ekmek yaptı. Akşam olmuş, iftarı bekliyorlardı. O sırada bir fakir (miskin) gelip, “Esselamü aleyküm ya Muhammed Ehl-i Bey­ti! Ben Müslüman bir fakirim. Beni doyurunuz ki Allah da sizleri cennet sofraları ile doyursun” dedi. Onlar da derhal sofralarındaki ekmekleri bu fakir miskine ikram ettiler. Ve Hz. Ali (a.s.) Fatıma’ya (a.s.) hitaben: “Ey insanların en hayırlısının kızı! Ey iman ve şerefin kemaline sahip olan Fatıma! Görüyorsun, ciğerleri parçalayıcı haliyle kapıda duran şu miskin, açlığını bizlere arz ederken, hâl lisanıyla Allah’a naz ve niyaz etmektedir.” Hz. Fatıma (a.s.) ise Hz. Ali’ye (a.s.) hi­taben şöyle dedi: “Ey amcamoğlu! Emrinize amadeyim. Gerçi o miskini hoşnut edecek ve memnun kılacak bir şeye sahip değilim. Fakat umarım ki aç bir kimseyi doyurmak suretiyle hayırlı insanlardan sayılıp cen­nete girer ve şefaate ererim.”

    Cümlesi bir lokma almadan sofralarındaki ekmekleri fakir mis­kine verdiler, kendileri su ile iftar ettiler.  Ertesi gün oruçlarına devam ettiler. Fatıma (a.s.) o gün arpanın ikinci ölçeği ile ekmek yaptılar. Akşam yaklaşınca ekmeği sofra­ya koydular ve iftarı bekliyorlardı. Derken, kapıya bir yetim geldi, “Esselamü aleyküm ya Muhammed Ehl-i Beyti! Ben muhacir ço­cuklarından bir yetimim. Babam Akabe harbinde şehit oldu. Beni doyurunuz, beni doyurunuz! Allah da sizleri cennet taamları ile do­yurur” dedi. Yine ekmeklerini yetime ikram ettiler. Ve su ile iftar ederek o akşam da aç yattılar. Ertesi gün Fatıma (a.s.) üçüncü çömlekteki arpayı ekmek yap­tı. Akşam olunca yine sofrayı önlerine koydukları sırada, bu se­fer de kapıya bir fakir esir geldi, “Esselamü aleyküm, ey Allah’ın Elçisi’nin (s.a.v.) Ehl-i Beyti! Ben esirlerden biriyim. Bana ikram ediniz. Allah da sizlere cennet taamlarından ikram eylesin” dedi.

   Bu kez de sofralarındaki yiyeceği esire ikram ettiler. Bu davranışları ile ilgili olarak, İnsan Sûresi’nin 8. ayeti nâzil oldu: “Hakiki mü’minler! Allah’a olan muhabbetlerinden dolayı ken­di yiyeceklerini miskine, yetime ve esire ikram ederler.” Müfessirler İnsan Sûresi’nde geçen yukarıda yazdığımız ayetle­rin tamamının Hz. Fatıma (a.s.), Hz. Ali (a.s.), Hz. Hasan (a.s.) ve Hüseyin (a.s.) hakkında nâzil olduğunda ittifaklardır. (Vahidî “Basit” kitabında, Ebu İshak-ı Sa’lebî kendi tefsirinde bu ayetlerin sadece bu kişiler hakkında olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca, Tefsir-u Keşşaf, c. 4, s. 670; Esbab’un-Nüzul, Vahidî, s. 251, Ruh’ül Beyan, Şeyh İsmail Hakkı, c. 10, s. 268)