‘Dünyada ne varsa aldatıcıdır’

Hz. Ali (a.s.) buyurdu ki: “Aldatan dünyada ne varsa hepsi aldatıcıdır. Fanidir, içindekiler yok olur. Onun azıklarından, takvadan başka hiç birinde hayır yoktur. Ondan az şey elde eden, çokça güven; çok şey elde eden ise helaki için korku ve endişe elde etmiş demektir”

<‘Dünyada ne varsa aldatıcıdır’

TÜRK-AZ HABER

İmam Ali (a.s.) bir hutbesinde buyurdu ki:

"Sizi dile damağa hoş gelen, görünüşü güzel olan dünya hakkında uyarırım. Dünya şehvetlerle bezenmiştir. Nimetleri yakın olduğundan kendisini sevdirir. Az bir hoşlukla iyi görünür, emellerle bezenir, aldatıcı şeylerle kaplanmıştır. Verdiği sevinç baki olmadığı gibi, derdinden ve kederinden kurtuluş imkânı da yoktur. Çok aldatıcı ve zarar vericidir. Değişken ve yok olucu, fani, helak olucudur, içindekileri yer bitirir. Dünya kendini isteyenlerin tüm arzularına cevap verecek bir hale gelse ve onları kendinden razı etse, yine de noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ın şu buyruğunu aşamaz: 'Gökten indirdiğimiz su ile yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, sonunda kurur ve rüzgâr savurur; Allah her şeye kadirdir.' (Kehf: 45).

Dünyadaki herkes için sevinçten sonra gözyaşı, her ikbalinin de dönüşü vardır. Henüz başına yumuşak mutluluk yağmurları yağmadan, bela şimşekleri iner. Birine sabahleyin yardım eder, akşam olunca tanımazlıktan gelir. Eğer bir tarafı hoş ve tadıysa, diğer bir tarafı da acı ve beladır. Onun zevkine erip, güzelliğini tadamadan belaları ve dertleri ulaşır, selamete kavuşup akşamlamadan, mutlaka korkuyla sabahlar.

Aldatan dünyada ne varsa hepsi aldatıcıdır. Fanidir, içindekiler yok olur. Onun azıklarından, takvadan başka hiç birinde hayır yoktur. Ondan az şey elde eden, çokça güven; çok şey elde eden ise helaki için korku ve endişe elde etmiş demektir. Zaten kazandıkları da az sonra yok olur. Dünya, nice güveneni derde; nice mutmain olanı helake uğratmış, nice büyüğü hakir, nice benlik davası güdeni zelil kılmıştır. Onun saltanatı elden ele dolaşır; yaşamı bulanıktır. Lezzetlisi lezzetsiz, tatlısı acı, gıdası zehir, tutunulacak her şeyi çürümüştür; tutanın elinde kalır. Orada diri olan ölümü bekler; sağlam olan hastalığa maruzdur. Mülkü kalıcı değil, güçlü olanı mağlup, malı olan mihnete uğramış, ona komşu olan yağmalanmıştır.

Sizden önce daha çok yaşayıp eser bırakanların, olmayacak emeller peşinde koşanların, yardımcıları hazır ve orduları çok olanların yurdunda değil misiniz? Onlar da dünyaya taptılar, nasıl da dinlerini bırakıp dünyaya aldandılar, taptılar. Ondan sonra, kendilerini menzile ulaştıracak azık almadan, o güç yolları aşacak binekleri olmadan göçüverdiler. Acaba dünyanın, onlardan birini fidye karşılığı bıraktığını, onlara yardımda bulunduğunu, onlarla dostluk kurduğunu gördünüz mü hiç?

Hayır, aksine onları belalara uğrama, yıprattı; yüzüstü yere atıp, ayaklarının altında ezdi. Onlara ancak ölümle yardım etti. Ebediyen ayrılıp gittikleri zaman kendisini seçip uyanları, kendisine dayananları tanımadığını mutlaka görmüşsünüzdür. Onlara açlıktan başka bir azık mı verdi? Baskı ve darlık dışında bir yurt mu edindirdi? Karanlıklar dışında bir aydınlık mı hediye etti? Pişmanlık dışında bir şey mi getirdi? Acaba böyle bir dünyayı her şeyden öne mi geçirirsiniz? Ona güvenir misiniz? İnsanları ona teşvik mi edersiniz? Bu yurt; kendisine karşı kötümser olmayan ve korku içinde yaşamayan kimseler için ne kötü yurttur.

Onu bırakıp gideceğinizi, göçeceğinizi bilin, gerçi bilirsiniz ya! 'Kuvvet bakımından bizden kuvvetli olan kimdir?' (Fussilet: 15) diyenlerden öğüt alın. İstemedikleri bineklere bindirilerek kabirlere indirildiler, misafirliğe çağrılmadan mezarlarına kondular. Kerpiçten kabirleri örüldü. Kefenleri topraktan biçildi. Çürümüş kemiklere komşu oldu.

Arak çağırana gidemeyen komşular oldular; onlara yapılan hiç bir zulmü gideremez, feryat edene aldırış bile edemezler. Ne yağmura sevinir, ne de kuraklıktan ümitsizliğe kapılırlar. Topluluk gibi görünürler ama yalnızdırlar. Komşu gibi görünürler ama uzaktırlar. Uzak değiller, fakat birbirlerini ziyaret etmezler, yakındırlar, ama birbirlerine yakınlaşmazlar. Kinleri yitmiş halım kişiler, hasetleri ölmüş habersizlerdir. Ne zararlarından korkulur, ne de defetmek için çare düşünülür. Yerin üstünü bırakıp altını, genişliğini bırakıp darlığını, akrabalarla birlikte olmak yerine gurbeti, aydınlığını bırakıp karanlığını yurt edinmişlerdir. Topraktan geldikleri gibi toprağa geri döndüler. Dünyadan ayakları yalın, bedenleri çıplak olarak sadece amelleriyle ayrılmış, ebedi yaşayışa, beka yurduna göçmüşlerdir. Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah da, 'İlk kez yarattığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar yaratacağız. Şüphesiz biz yapanlarız' (Enbiya: 104) buyurmaktadır."