Dost da, düşman da onu övüyor.....

Ehl-i Beyt'in katı düşmanlarından olan Ahmed b. Ubeydullah b. Hakan şöyle dedi: “Samirra'da, vakar, zühd, yücelik, keramet ve iffetlilikte Hasan Askeri gibi birisini görmedim. O herkesin yanında saygın ve herkesten önde idi”

<Dost da, düşman da onu övüyor.....

Sa'd b. Abdullah şöyle diyor:

Bir gün, Samirra'da bulunan Âl-i Ebi Talib'lerden, onların mezheplerinden ve sultanın yanındaki makam ve değerlerinden söz edilince, Ehl-i Beyt'in (a.s) katı düşmanlarından olan Ahmed b. Ubeydullah b. Hakan şöyle dedi: "Samirra'da, vakar, zühd, yücelik, keramet ve iffetlilikte Hasan Askeri gibi birisini görmedim. O herkesin yanında saygın ve herkesten önde idi. Bir gün babamın meclisinde oturmuştum, babam da halkın sorunlarıyla ilgileniyordu, bu esnada kapıcı gelerek şöyle dedi: 'İbn'ur-Rıza (Hasan Askeri) kapıda bekliyor.' Babam yüksek sesle şöyle dedi: 'Müsaade edin gelsin.'

Bu sırada güzel simalı bir genç, özel bir heybet ve vakarla içeri girdi. Babam yerinden kalkarak onu karşıladı, onu bağrına bastı, yüzünü ve omuzlarını öptü, namaz halısının üzerine oturttu, kendisi de onun yanında oturdu, onunla konuşmaya daldı ve sürekli şöyle diyordu: 'Babam anam sana feda olsun ve canım sana kurban olsun!'

Ben bu olayı görmekle çok şaşırdım, kendi kendime; 'Acaba bu kimdir ki babam ona bu kadar ihtiram ediyor ve ona saygı gösteriyor' dedim. Bu esnada kapıcı gelerek, 'Muvaffak geliyor' dedi.

Muvaffak babamın yanına geldiğinde, bekçi ve komutanlar, o babamın yanından ayrılana dek kapıyla babamın oturduğu yer arasında sıraya geçip duruyorlardı. Babam Muvaffak'ın geldiğini (İmam) Hasan Askeri'ye bildirerek şöyle dedi: 'Fedan olayım! İstiyorsanız siz dışarıya çıkın.'

Sonra hizmetçilerine şöyle dedi: 'Muvaffak'ın onu görmemesi için, onu sıranın arkasından götürünüz.'

Hasan Askeri kalkıp gitmek istediğinde babam yerinden kalkarak onu bağrına bastı ve yüzünden öptü. Daha sonra Hasan Askeri gitti. Ben bekçi ve hizmetçilere, 'Babamın kendisine bu kadar ihtiram edip saygı gösterdiği bu adam kimdir?' diye sordum. Onlar cevaben, 'Alevilerden biridir; ismi Hasan b. Ali'dir ama İbn'ur-Rıza olarak meşhurdur' dediler.

Benim şaşkınlığım daha çok arttı. O gün akşama kadar rahatsız bir şekilde onun ve babamın ona karşı davranışı hakkında düşünüp durdum. Akşam olunca, babam âdeti gereği her gece yatsı namazından sonra oturup halkın işlerine yetişiyordu. Ben babamın yanına giderek onun karşısında oturdum. Babam bana bakarak, 'Ahmed! Bir işin mi vardır?' diye sordu.

Ben de cevaben, 'Evet, müsaade ederseniz size bir sorum olacaktır' dedim.

Babam, 'İstediğin şeyi sorabilirsin' dedi.

Ben, 'Babacığım, bugün kendisine böyle davrandığın ve sürekli; canım sana feda olsun dediğin ve o kadar saygı gösterdiğin şahıs kimdi?' diye sordum.

Babam, 'Oğlum! İbn'ur-Rıza diye meşhur olan Rafizi'lerin (Şiaların) önderiydi' dedi.

Babam biraz sustuktan sonra şöyle dedi: 'Oğlum! Eğer hilafet Ben-i Abbas'ın elinden çıkmış olursa, Ben-i Haşim'den iffet, vakar, takva, zühd, ibadet ve güzel ahlâkından dolayı onun kadar hilafete layık olacak bir kimse yoktur. Keşke babasını görseydin! Babası yüce, azametli, fazıl ve hayır ehli bir şahıs idi.'

Ben onun hakkında bu sözleri duyunca babama oldukça kızdım ve daha çok düşünceye daldım. Artık ondan sonra sürekli onun hakkında araştırma yapıyor ve daha çok bilgi edinmek istiyordum. Onun hakkında dost veya düşman her kimden soru sordumsa, herkes onun fazilet, makam ve yüceliğinden söz ediyor ve onu Rafizilerin önderi biliyorlardı. İşte bundan dolayı onun kadri ve değeri benim yanımda oldukça yükseldi. Çünkü dost ve düşman herkes onu övüyor ve methediyordu." (Bihar, c.50, s.325).