Çöküş döneminde yetişen askerî bir deha

Hürriyet ve bağımsızlık noktasına işi taşıyacak şartlar henüz O doğmadan şekillenmişti

<Çöküş döneminde yetişen askerî bir deha

Hürriyet ve bağımsızlık noktasına işi taşıyacak şartlar henüz O doğmadan şekillenmişti.
 
Yeniçeri Ocağı'nı yıkan II. Mahmud, Prusya subaylarını Türkiye'ye yardıma çağırır. Bunlar arasındaki Moltke, 7 Nisan 1836'da Beyoğlu'ndan yazdığı mektupta, Osmanlı İmparatorluğu'nun durumunu şöyle anlatmaktadır:
 
"Uzun zaman Avrupa ordularının görevi, Osmanlı egemenliğine set çekmekti. Bugün ise Avrupa politikasının tasası bu devletin kendi varlığını koruyabilmesidir. İslam'ın, Batı'nın büyük bir kısmını hükmü altında tutacağından haklı olarak korkulduğu devir geçeli pek çok olmamıştır.
 
(...) Yunanistan bağımsızlığını kazanmıştır. Eflak ve Sırbistan Babıali'nin egemenliğini ancak görünüşte tanımaktadır. Türkler bu yerlerden sürüldüklerini görmektedir. Mısır bağımlı bir eyaletten fazla bir 'düşman hükûmet'tir.
 
Zengin Suriye ve Kilikya'nın alınışı, elli hücum ve yetmiş bin insan hayatına mal olan Girit, kılıç bile çekilmeden elden çıkmış ve bir asi Paşa'nın malı olmuştur.
 
Trablus'ta egemenlik henüz şöyle böyle kurulmuşken, yeniden gene elden çıkmak üzere. Akdeniz kıyılarındaki öteki Müslüman ülkelerin artık Babıali ile hemen hemen hiç bağlantısı yok. Medine ve Mekke'de çok eskiden beri padişahın gerçek hiçbir hükmü yok.
 
(...) Şimdilik Türk ordusu eski ve tamamıyla sarsılmış bir temel üzerinde yeni bir yapıdır. Osmanlı Hükûmeti bugün güvenliğini ordusundan fazla yapacağı anlaşmalarla sağlayabilir.
 
(.) Memleket fakir, devlet gelirleri azalmıştır. İhtiyaçları karşılamak için hükûmetin yapabileceği son şeyler, servetlere ve miraslara el koymak, devlet hizmetlerini satmak, hediyeler koparmak, paranın ayarını bozmaktır." 
 
Böyle bir dünyaya gözlerini açan Mustafa Kemal, Harp Okulu yıllarında ulusal bir irade ile yeni bir yönetimin şart olduğundan bahsederek bazıları için ileri giden, bazılarına ise liderlik yapacak görüşlerini anlatmaktadır:
 
"Arkadaşlar, bu gece sizleri toplamaktan maksadım şudur: Memleketin yaşadığı vahim anları size söylemeye lüzum görmüyorum. Buna cümleniz müdriksiniz.
 
Bu bedbaht memlekete karşı mühim vazifemiz vardır. Onu kurtarmak biricik hedefimizdir.
 
Bugün Makedonya'yı ve tekmil Rumeli kıtasını vatan bütünlüğünden ayırmak istiyorlar. Memlekete yabancı nüfus ve hakimiyeti fiilen girmiştir. Padişah zevk ve saltanata düşkün, her zilleti yapacak, menfur bir şahsiyettir." 
 
Siyasetle iştigalini kendileri şöyle anlatır:


 
"Harbiye senelerinde siyaset fikirleri baş gösterdi. Vaziyet hakkında henüz nüfuzlu bir bakış hâsıl edemiyorduk. Sultan Hamid devriydi. Namık Kemal Bey'in kitaplarını okuyorduk. Takibat sıkı idi. Çoğunlukla ancak koğuşta yattıktan sonra okumak imkanı buluyorduk.
 
Bu gibi vatanperverane eserleri okuyanlara karşı takibat yapılması, işlerin içinde bir berbatlık bulunduğunu hissettiriyordu. Fakat bunun mahiyeti gözlerimizin önünde tamamen billurlaşmıyordu.
 
Kurmay sınıflarına geçtik. Alışılmış olan derslere iyi çalışıyordum. Bunların üzerinde olan bende ve bazı arkadaşlarda yeni fikirler peydah oldu. Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğunu keşfetmeye başladık.
 
Binlerce kişiden ibaret olan Harbiye talebesine bu keşfimizi anlatmak hevesine düştük. Mektep talebesi arasında okunmak üzere mektepte el yazısıyla bir gazete tesis ettik.
 
Sınıf dahilinde ufak teşkilatımız vardı. Ben idare heyetine dahildim. Gazetenin yazılarını çoğunlukla ben yazıyordum. O zamanlar mektepler müfettişi İsmail Paşa vardı.
 
Bu harekâtımızı keşfetmiş. Takip ettiriyormuş. Mektebin müdürü Rıza Paşa isminde bir zattı. Bu zat, padişah nezdinde İsmail Paşa tarafından suçlanmış, 'mektepte böyle talebe var, ya farkında olmuyor, ya müsaade ediyor' denilmiş. Rıza Paşa mevkiini muhafaza için inkar etmiş.
 
Bir gün gazetenin icap eden yazılarından birini yazmakla meşguldük. Baytar dersanelerinden birine girmiş, kapıyı kapamıştık. Kapı arkasında birkaç nöbetçi duruyordu.
 
Rıza Paşa'ya haber vermişlerdi. Sınıfı bastı. Yazılar masa üzerinde ve ön tarafta duruyordu. Görmemezliğe geldi. Ancak dersten başka şeylerle iştigal vesilesiyle tutuklanmamazı emretti. Çıkarken, 'yalnız izinsizlik cezası ile yetinilebilir' dedi. Sonra hiçbir ceza takibine lüzum olmadığını söyledi." (Prof. Dr. Haydar Baş, Hoş Geldin Atatürk eseri sh: 175)