ÇANAKKALE ZAFERLERİNİ KAZANDIRAN İMAN GÜCÜ.....

  Çanakkale savaşında yaşanan olağanüstü haller, tüm güçlüklere karşın kazanılan zafer dikkate alındığında; Ehl-i Beyt soyundan gelen bir liderin iman gücüyle verdiği mücadele fark edilir. Denilebilir ki bu savaş, O’nu Allah’a daha da yakınlaştırmıştır.

ÇANAKKALE ZAFERLERİNİ KAZANDIRAN İMAN GÜCÜ.....
Mimar Gökhan Demir

ÇANAKKALE ZAFERLERİNİ KAZANDIRAN İMAN GÜCÜ.....

   Yarbay Mustafa Kemal, bu savaşta 3. Kolordu Komutanı Mehmet Esad Paşa’nın emrinde savaşmıştır. Onu meşhur eden, Arıburnu’nda Anzak (Avustralya ve Yeni Zellanda Kolordusu) birliklerini Conk Bayırı’nda durdurmasıdır. Bu başarısı ile, 5. Ordu Komutanı Mareşal Otto Liman von Sanders tarafından takdir edilmiş, 1 Haziran 1915’te albaylığa yükselmiştir. 19. Fırka’ya Gelibolu’ya tayin edilmiş, Albay rütbesindeki Mustafa Kemal, generalleri dize getirmiştir. Bazıları, O’nun bu savaşlardaki sadece askerî dehasını öne çıkarmak isterler. Oysa, Çanakkale’de karşımıza çıkan, “Allah Allah” nidalarıyla şehit olmak için en ön safa koşan bir ordunun, Allah için savaşan bir askeridir. Başka türlü yedi düvele karşı zafer söz konusu olabilir miydi?

   Yaklaşık bir yıl süren savaşlarda, İtilaf Devletleri 252 bin kayıp verirken, Osmanlı Devleti 251 bin şehit vermiştir. 19 Mayıs 1915’te cepheye katılan 100 kadar İstanbul Tıp Fakültesi öğrencisi 3 saat içinde şehit düşmüştür. Fakülte 1921 yılına kadar mezun verememiştir. Savaşta 57. Alay’ın tüm askerleri şehit düşmüştür. En fazla şehit veren iller: Bursa 3274; Balıkesir 3003; Konya 2683; Kastamonu 2527; Denizli 2258 şehit vermiştir. Mustafa Kemal, 28 Eylül 1915’te Çanakkale’ye gittikten sonra Salih Bozok’a şu mektubu gönderir: “… Bilirsin ki bizim maksudumuz vatana büyük bir mikyasta arz-ı hizmet eylemektir. Bir aralık canım sıkıldı. Emekli olup bir kenara çekilmeyi de düşündüm, olmadı. Şimdilik Cenab-ı Hakk’ın azametine sığınarak çalışıyorum.” (S. Bozok-C. Bozok, 1985, s.170.)

    Anılarda, “havadaki ölüm kokusu, cesetlerin çürümeye başlayan kokularıyla karışır, kan kokusu tahammülü imkânsız bir kesiflikte her yeri sarmıştır” diye anlatılır. Bu şartlarda bizim askerimizin psikolojisini, 10 Ağustos 1915’te gerçekleşen Conk Bayırı taaruzunu anlatışında verelim: “… Bütün askerler, subaylar her şeyi unutmuşlar, bakışlarını, kalplerini verilecek işarete yöneltmiş bulunuyorlardı. Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış olan askerlerimiz ve onların önünde tabancaları kılıçları ellerinde subaylarımız kırbacımın aşağı inmesiyle demirden bir kitle halinde aslanca bir saldırıyla ileri atıldılar. Bir saniye sonra düşman siperleri içinde gökyüzüne yükselen bir sesten başka bir ses işitilmiyordu: Allah, Allah, Allah...” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.1, s.447.)

   O’na dinsiz iddiasında bulunanlar, her taaruzdan önce askerlerine  bizzat kendisinin, “Allah bizimle beraberdir ve bizi görmektedir. Haydi hücum Allah Allah!” emrini neyle izah ederler. Ya da 1915 yılında yaptığı Mevlid Kandili hutbesini: “İdrak şerefi ile övündüğümüz Mevlid-i Nebevî’yi, Hz. Risaletpenahinin vatan ve millet hakkında mütemeyyin ve mübarek olmasını Cenab-ı Hakk’tan tazarru eyler, yüce heyete tebrikler arzederim.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.5, s.332.) Çanakkale zaferleri, büyük bir manevî gücün eseridir. Askerin bu zaferi dillerinde “Allah Allah” lafzı ile kazandığı ortadadır. “Saldırının sürdürülmesini emrettim. Düşmanla aradaki mesafe 700-800 metre idi. Bu sırada birinci taburdan Allah Allah nidaları işitildi… … Hemen şiddetle ilerlemeyi emrettim. Birinci taburdan yine bu sırada Allah Allah sesleri yükseliyordu.” (Atatürk’ün Bütün Eseleri, c.1, s.308.)

     Mustafa Kemal’e ve askerlerine inanılması güç bir korkusuzluk veren de bu yüce maneviyattır. Kendisi ise, Çanakkale’yi kazandıran yüksek ruh olarak tarif ettiği ve kendisi dahil tüm askerlere yansıyan bu manevî atmosferi şöyle ifade etmektedir: “… Biz ferdî kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasındaki mesafemiz 8 metre. Yani ölüm muhakkak, muhakkak… Birinci siperdekilerin hiçbiri kurtulmamacasına kamilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir futur bile göstermiyor; sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler kelime-i şehadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.” (Mustafa Kemal Atatürk, Anafartalar Hatıraları, Atatürk Kütüphanesi, Sel Yayınları, İstanbul, 1955, s.24.)

     Üstelik askerler, içinde bulundukları zor durumda cesareti, Mustafa Kemal’in maneviyatından almaktadır. Bir kumandanın askerlerine manevî güç vermesi; bu hakikaten büyük bir hadisedir. Cepheden Meclis’e 24 yılını Atatürk ile geçirmiş Cevat Abbas Gürer, Mustafa Kemal’in vazifeye getirilmesi ile değişen manevî havayı anılarında şöyle anlatmaktadır: “Bundan 24 yıl evvel Çanakkale’de idik. Bir ağustos gecesinin yarısına doğru Kolordu Kumandanı Kurmay Albay Fevzi’ye işten el çektirilmiş ve yine o gece 19. Fırka Kumandanı Kurmay Albay Mustafa Kemal’e mensup bulunduğum kolordunun kumandanlığı verilmişti. (…) Düşman 48 saat içinde Anafartalar garbında Suvla limanını teşkil eden küçük ve büyük Kemikli burunlarına, Kireçtepe istikametine ve Anzak vadisiyle Arıburnu’na mevcudu 60 bini geçen bir ordu çıkarmıştı. 26-27 Temmuz gecesi emir ve kumandasına girdiğimiz Mustafa Kemal günlerce ve aylarca evvel düşmanın Anafartalar’a çıkacağını görmüş ve görüşü de müspet olarak gerçekleşmişti. (…) Yalnız Arıburnu’nda fırkasıyla düşmana göğüs geren Mustafa Kemal, ne Saroz’a ne de Edremit’e düşman ordusunun çıkacağını kabul etmemişti. (…) Gerek kumanda vaziyetinde bulunanlar ve gerek O’nu yakından tanıyan arkadaşları, Mustafa Kemal’in bu isabetli görüşü ile O’nun askerî dehasının büyüklüğüne ikinci defa şahit oluyorlardı.  Atatürk bundan evvel de, Arıburnu’na düşmanın çıkacağını aynı veçhile anlamış ve hakikaten de öyle olmuştu. O’nu Anafartalar kuvvetleri başında görmekle müsterih olan kalplerimiz Arıburnu kahramanı Mustafa Kemal’e tamamen bağlanmış, derhal maneviyatımız sağlamlaşmıştı.” (Gürer, 2007, s.69-71.)

   Feraset, başarı ve iman Mustafa Kemal’de birleşmişti. Gelibolu’daki müzede halen sergilenen ve Çanakkale muharebeleri sırasında parçalanan saati hakkında General Armstrong, o anı şöyle kaleme almıştır: “… Sabaha karşı 03.00’de Mustafa Kemal siperlerden çıktı, yürüyerek ilerledi. İngilizler ateş açtı. Bir kurşun saatini parçaladı fakat kendisine gene bir şey olmadı. Yaralanmış olsaydı, hücüm asla gerçekleşmeyecekti. Türklere zaferi kazandıran ve yarımada ile İstanbul’u kurtaran, eldeki bu bir avuç asker ile Mustafa Kemal’in olağanüstü kişiliği oldu.” (H. C. Amstrong, Bozkurt, Çev: Gül Çağalı Güven, Arba Yayınevi, İstanbul, 1996, s.47.)

  Bu olağanüstü kişilik hakkında, O’nun yanında bulunan bir tanık şöyle diyor: Şefik Aker anlatıyor: “8/9 Ağustos 1915 gecesi bana 19. Fırka Komutanlığını teslim edip Anafartalar Grubu Komutanlığını idareye giderken, Atatürk benim sol yanımda idi. Ağzından çıkan bir fısıltı dikkatimi çekti. O’nun selamet ve başarı için Allah’a fısıltı ile niyazda bulunduğunu görmüş ve anlamıştım.” (İsmet Görgülü, “Sesli Belgelerden Mustafa Kemal”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, cilt 4, sayı 11, Ankara, 11 Mart 1998)

  Liman von Sanders, Mustafa Kemal’i Anafartalar Grup Kumandanlığı’na getirmiştir. 9 Ağustos 1915 sabahı Mustafa Kemal, 1. Anafartalar muharebesini başlatır. “9 Ağustos’ta hem Conkbayırı muharebeleri devam edecek, hem de 1. Anafartalar muharebesi yapılacaktır. 2. Anafartalar muharebesi 21 Ağustos’ta yapılırken 3. muharebe Kayacıkağılı ya da Bomba Tepe muharebeleridir ve 27 Ağustos’ta yapılacaktır.”

  10 Ağustos muharebeleri hakkındaki raporunda Ian Hamilton şunları yazıyor: “Ağustos’un 10. Salı günü Türkler şafakla beraber Conk Bayırı’na büyük ölçekte bir taaruz yaptılar. Bu muharebe Conk Bayırı’nı tutmak için yapılan dört günlük savaşın en şiddetlisi olmuştur. Zamanımız teknolojisinin hazırlamış olduğu silahların hepsini ellerinden atarak hasımları ile boğaz boğaza savaşan erlerimizin yanına generaller de katıldılar. General Collie, Cooper ve Baldwin bügün ölenler arasındalar. Türkler birbiri ardınca ‘Allah Allah’ haykırışlarıyla gerçekten pek yiğitçe saldırdılar ve savaştılar. (…) Resmî kayıtlarda, beş gün süren muharebelerde, iki tarafın da ağır zayiat verdiğini ortaya koyuyor ama bu konuda kesin sayı verilemeyeceği de belirtiliyor. Türk tarafının toplam 20 bin (Kanlısırt’ta 2 bin, Conk Bayırı’nda 12 bin, Anafartalar’da 8 bin 400 ve 19. Tümen cephesinde 2 bin 600) olmak üzere iki tarafın toplam zayiatı 45 bini bulmuştur.”

   Siz hem gözlerinizin önünde vatan evlatlarının birbir şehit olduğuna şahitlik edeceksiniz, hem de diğerlerini savaşmak için moral olarak diri tutabileceksiniz; bu, imandan başka neyle izah edilebilir? Şöyle seslenir askerlerine: “… Askerler, anamız bizi bugün için doğurdu. Düşman zayıf ve korkaktır. Tek bir tüfek patlatmadan yalnız süngünüzü kullanacaksınız. En ileride ben yürüyeceğim, acele etmeyin kırbacımı kaldırdığım zaman ilerleyeceksiniz. Beni takip ediniz” demiş ve yüzünü düşmana çevirmişti. Mustafa Kemal ilerlemiş kırbacını kaldırmıştı. Bir an geçmemişti ki Türk bahadırları en önde giden kumandanlarını geride bırakmışlardı. Düşmana öyle bir saldırıyorlardı ki bu manzarayı görseydiniz gururla karışık coşkunuz sizi hem ağlatır hem de güldürürdü. (…) Mehmetçiklerimiz mübarek vatanlarını kurtarmak için Türk hamaset volkanının lavları olmuşlar, düşmanın üzerine yığılıyorlardı.” (Gürer, 2007, s.81.)

   Mustafa Kemal’in hayatı ve savaşları dikkate alındığında, Türklük ve Müslümanlık üzerine büyük bir ölçü sahibi olduğu görülür. Bu ölçüsü telgraflarında, nutuklarında, hayatında örneklenir. Yıllar sonra Anafartalar cephesinde kazandığı zaferi, işgal devletlerine karşı gururla hatırlatır: “… İtilaf Devletleri kumandanlarının şerefine sarayda bir ziyafet verilmiş. Bu ziyafete bütün Fransız, İngiliz, İtalyan, Yunan kumandanları ile bizim Paşa ve kumandanlardan bazıları da davet edilmiş. İtilaf Devletleri kumandan ve generalleri bu davete büyük üniformaları ile iştirak etmişler. Bizimkiler ise, küçük üniforma ile gelmişler. Yalnız Mustafa Kemal Paşa, büyük üniformasını giyerek gelmiş, icap edenlerle selamlaşıp, ayak üzerinde kısaca görüştükten sonra, işgal orduları başkumandanının masasına karşı bir masaya yerleşmiş. Mustafa Kemal Paşa’nın bu davete büyük üniforma ile iştirak etmesi derhal İngiliz başkumandanının nazar-ı dikkatini celp etmiş; miralay rütbesi taşıyan başyaverini çağırarak ona bir emir vermiş. Bu başyaver aldığı emri ifa etmek için derhal Mustafa Kemal Paşa’nın önüne gelmiş; dimdik durup bir resmi tazim ifa ettikten sonra, ‘Galip ordular kumandanları şerefine verilen bir ziyafette, mağlup bir memleket ordusuna mensup bir generalin büyük üniforma ile bulunmasının doğru bulunmayacağı, başkumandanımdan telakki ettiğim emre binaen zat-ı alilerinize arza mecbur oluyorum’ demiş. O anda, koca salonda ses seda kesilmiş; bütün gözler Mustafa Kemal Paşa’ya çevrilmiş… Mustafa Kemal Paşa söylenen sözleri büyük bir dikkatle dinledikten sonra, ağır ağır gayet fasih, her taraftan duyulacak ve işitilecek derecede berrak bir sesle şu cevabı vermiş: ‘Yaver efendi, başkumandanınıza tebliğ ediniz ki, bu salonda resmi üniforması ile oturan Mustafa Kemal Paşa, mağlup edilmiş bir kumandan değildir! Kendileri de bilirler ki, Mustafa Kemal Paşa, Anafartalar’da İtilaf ordularını mağlup etmiş, her yerde olduğu gibi burada da üniformasını taşımak hakkını ihraz etmiştir.’ O anda salonun her tarafından sürekli bir alkış kopmuş, yüksek sesle söylenen bu sözleri işiten İngiliz başkumandanı herkesle beraber bu hakikati kabul ederek kadehini kaldırmaya mecbur olmuş.” (Gürer, 2007, s.224-225.)

   Müthiş bir iman gücü… Mustafa Kemal, tek bir Müslüman ülkeye karşı savaşmamış, Hıristiyan Batı’ya karşı Müslüman Türk’ü yüceltmek için mücadele vermiştir. Çanakkale zaferimizin 106. Yılında Yüce Allah’tan şehitlerimizi Rahmetle, Minnetle ve Şükranla anıyoruz. Yüce Türk Milletini Çanakkale Zaferi Mübarek olsun.

Kaynak: Prof.Dr. Haydar BAŞ hocamızın ‘Hoş geldin Atatürk’ eseri