BÜYÜK BEDİR SAVAŞI (M.624) III.....

Dünden devam eden

      Diğer taraftan Nebi (a.s.)’ın dilinden bir hadis-i kudside; “Kim Benim velime düşmanlık ederse ona harp ilan ederim... Kuluma verdiğimde onun tutan eli, yürüyen ayağı, gören gözü olurum” (Buharî, Riyâzu’s-Sâlihîn, I, 181, Beyrut) buyurulur.

<BÜYÜK BEDİR SAVAŞI (M.624) III.....

Bu noktada, genel ve özel iki ölçü gündeme gelir. Sevdiği kuluna Cenab-ı Allah şu ikazı iletir: Yaptığın hayrı ve güzellikleri Hakk’a nispet et. Kendini aradan çıkar. Hak dostunun etrafını oluşturanlara da bir uyarı var: Allah dostlarına sataşmayınız, dost olunuz; onlara düşman olana harp açarım. Dost, dostunu korur.

Bedir askerlerinin itirafına bakılacak olursa, savaş daha ilginç bir mânâda seyreder. Ebu Davud el-Mahzumî (r.a.) der ki:

“Ben, müşriklerden birisini takip eder, onu vurmayı isterken, kı­lıcım ona varmadan önce kafasının düşüverdiğini görürdüm. Anla­dım ki, onu benden başkası öldürürdü.” Sehl b. Huneyf de; “Bizim herhangi birimiz, kılıcıyla bir müş­rike işaret ederse, kılıcımız ona varmadan kafası cesedinden düşü­verirdi” der. Böylece mü’minler, fiilî bir zikrin içinde kendilerini buluyorlardı. Nitekim ayet-i kerimede; “Ey mü’minler; savaşmak için herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok anın ki başarıya, zafere eresiniz” (enfal 45) buyurulur.

Bedir günü, Hak dostlarının sertacı Kutlu Nebi, bu mânâ ile yoğ­ruldu; “Attın ama Sen atmadın; Allah attı” denildi. “Seni de vesile kıldık” buyruldu sanki. Neticede Kureyş helak oldu, hezimete uğ­radı. Ebu Cehil öldürüldü. Kureyş’in ileri gelenlerinin leşleri serili duruyordu.

Öldürülen müşrikler, Peygamberin emri üzerine bir kuyuya dolduruldular. Hz. Peygamber kuyunun başına geldi ve; “Ey ku­yudakiler, Peygamberiniz için çok kötü bir aşiret idiniz. Beni ya­lanladınız. Ancak başkaları tasdik etti” dedikten sonra tek tek ses­lendi: “Ey Utbe, ey Şeybe ve ey Umeyre b. Halef, ey Ebu Cehil b. Hişâm… Rabbinizin size olan vaadlerini doğru buldunuz mu? Gerçek şu ki, Ben, Rabbimin Bana olan vaadlerini gerçek buldum.” Ashab-ı Kiram hayretler içerisinde sordular: “Ey Allah’ın Resu­lü, ölmüş kimselerle mi konuşuyorsun?” Efendimiz (s.a.v.); “Evet, Benim şu sözlerimi siz, onlardan daha iyi duyuyor değilsiniz. Şu kadar var ki, onlar cevap veremiyorlar.” Ölen, sadece cesetti…

Daha sonra, savaş alanındaki bütün eşyaların biraraya toplan­ması emredildi. Mü’minlerden bazıları; “Şunları biz topladık; bize ait olmalı” dediler. Bizzat cephenin içinde bulunanlar; “Biz savaş­masaydık elinize bir şey geçmezdi. Sizi, biz koruyorduk” dediler. Allah Resulü’nün etrafını çevirenler de, kendilerinin Hz. Peygam­beri korumak için çarpıştıklarını, yoksa istediklerini alabilecek du­rumda olduklarını söylediler. Ganimetlerin bölüşülmesi konusunda ihtilaflar çıktı. Bunun üzerine Cenab-ı Allah, ganimetlerin pay edilmesi konu­sundaki tasarrufu Resulûllah’a teslim etti. O da, âdil bir tarzda bö­lüştürdü…

Kötü haber, tez ulaştı Kureyşlilere. Mekke’de Ebu Leheb, he­zimet haberinin ıstırabıyla dokuz gün sonra öldü. Ölülerine ağıt yakan Kureyşlileri; “Hayır, ağıtı bırakınız; Muhammed ve ashabı bu işe sevinir” diyerek uyarmayı da unutmadı.

Resulûllah, esirlerin durumu ile ilgili olarak ashabına danıştı. Hz. Ebubekir, fidye karşılığında serbest bırakılmalarını önerdi. Hz. Ömer ise, öldürülmelerini istedi. Neticede, 70 esir fidye kar­şılığı serbest bırakıldı. Ancak ayet-i kerime, onlara uyarıda bulun­du: “Yeryüzünde ağırlığınızı koyup küfrün belini kırıncaya kadar hiçbir peygambere kafirleri öldürmeyip esir alması yaraşmaz. Siz, geçici dünya metaını istiyorsunuz. Allah ise, sizin için ahireti isti­yor…” (enfal 67)

Uhud günü, mü’minlerden şehid olan yetmiş kişinin, Bedir’de gündeme gelen bu sürçmenin telafisi ve karşılığı olduğu söylen­mektedir.

Esirler arasında Süheyl b. Amr da vardı. Ki o, Mekke’de Hz. Peygamberi en çok hicveden insanlardan biriydi. Hz. Ömer onu görünce; “Müsaade et ya Resulallah; dişlerini sökeyim bunun. Ar­tık Senin karşında dikilip konuşamasın” der. Bunun üzerine Al­lah Resulü; “Onu bırak ya Ömer! İleride hoşuna gidecek bir tavır alacaktır” buyurdu. Süheyl daha sonraları Müslüman oldu ve Hz. Peygamberin müjdelediği tavrı; Kutlu Nebi’nin dâr-ı bekâya rıhlet­lerinde ortaya çıktı. Resulûllah’ın vefat haberi Mekke’ye ulaştığın­da, Mekke çalkalandı. Hz. Peygamber’in Mekke valisi bir köşeye gizlendi. Mekkeliler, az kalsın irtidat ediyordu. Bunun üzerine Sü­heyl b. Amr, Kâbe’nin kapısına dikilerek veciz bir konuşma yaptı. Mekke halkı, irtidat etmekten vazgeçti. İşte Hz. Ömer, bu güzel ta­vıra, Peygamberin ölümünden sonra şahid oldu. Ve bu olay, taşıdığı binbir hikmetle kıyamete dek mü’minlere örnek teşkil etti.

 

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa :  419 /426

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir