Bi’set’in yedinci senesine kadar İslam’ın doğuş ve gelişmesine mâni olamayan müşriklerin kin ve düşmanlıkları; Ömer ve Hz. Hamza gibi iki kahramanın Müslüman olmasıyla had safhaya varmıştı. Ayrıca, Necaşi’nin Müslümanlara sahip çıkması ve bazı kabilelerin İslam’a ısınmaya başlamaları da müşrikleri çok korkutmakta idi.
27-09-2021Bütün bunlar müşrikleri, yeni planlar yapıp kararlar almaya sevketti. İşkencelerle sonuca varamamışlar, bir tek Müslümanı bile dininden döndürememişlerdi. Şu hâlde, başka bir siyaset izlemeleri gerekliydi. Meseleyi müzakere etmek üzere acilen toplandılar. Uzun uzadıya müşavere ettikten sonra; Müslüman olsun müşrik olsun, Hâşimoğullarıyla münasebetlerini tamamıyla keserek, kız alıp vermemeye, mal alıp satmamaya karar verdiler.
Zulümlerini kutsal görecek kadar dalalete düşmüş olan bu insanlar, aldıkları kararları bir kâğıda yazdıktan sonra Kâbe duvarına asarak, bu yazılı kararları bozmayacaklarına da and içtiler.
Burada, küfrün ana vasıflarından ikisini belirgin bir şekilde görmekteyiz. Birincisi, kafir zulmeder; zulmünü de gerekli ve kutsal görür. İkincisi ise; tarih boyunca küfür, hem davasını kutsal görerek mücadele vermiş, hem de gücüne güç katmak için diğer küfür odaklarıyla güç birliği yapmayı ihmal etmemiştir. Mesela; Hz. Sâlih’in peygamber olarak yollandığı Semud kavmi, zulmünü artırabilmek için dokuz kabile olarak birlik kurmuşlardı. Hz. Peygamber ve ashabına uygulanan zulümle tatmin olmayan müşriklerin, kabilelerarası bir işbirliğine girmeleri ve boykot kararı almaları da, aynı küfür zihniyetininin tezahürüdür.
Öyleyse; Müslümanlar da, “Düşmanın silahıyla silahlanın” emri gereğince, inanç, kültür ve güç birliğine ulaşmak için azami gayret sarfetmeli, duası ve gayretini bu istikamete yöneltmelidir. Arz üzerinde birlik ve beraberliği Hak adına olacağı için en güzel şekilde gerçekleştirebilecek olan da zaten inanan insanlardır. Nitekim, Allah (c.c.) Kur’an-ı Azim’de; “Allah, kenetlenmiş bir bina gibi saf saf olarak yolunda cihad edenleri sever” (Saf 4) buyurarak, inananların birliğini sağlam bir yapıya benzetmiştir. Kafirlerin birliğini ise Cenab-ı Hak, Ankebût Sûresi’nin 41. ayetinde ‘örümcek ağı’na benzetmektedir: “Allah’tan gayrı dostlar ittihaz edenlerin misali, ağ kuran (bunu yuva edinen) örümcek gibidir. Halbuki yuvaların en gevşek ve zayıfı örümcek ağıdır. Şayet bilselerdi!” (Ankebût, 41)
İşte, edindiği evin örümcek ağı olduğunu bilmeyen Mekkeli müşrikler, Müslümanları boykot ederken; onların bu çile ve meşakkat içerisinde kenetlenip, sağlam bir bina oluşturmak sûretiyle ağlarını deleceklerini bilmiyorlardı.
Hâşim ve Muttaliboğulları aileleri, artık dağınık bir şekilde oturamayacaklarından dolayı, Mekke’nin kuzeyindeki Şib-i Ebi Tâlib (Ebu Tâlib Mahallesi) denilen yere topluca taşındılar. Sadece Ebu Leheb, onlarla beraber taşınmadı. Artık, bu mahalle sakinleriyle bütün münasebetler kesilmişti. Kazayla oraya gidenler dahi azarlanıp men ediliyorlardı. Mahalleye yiyecek ve içecek namına hiçbir şey sokulmuyor; sadece Hac mevsiminde dışarı çıkıp alışverişte bulunmalarına müsaade ediliyordu. Ne var ki, bu mevsimde de, dışardan gelen satıcıları, ya korkutmak ya da yüksek fiyat verip mallarını satın almak sûretiyle etki altına alıyor, mahalle sakinlerine satış yapmalarına mâni oluyorlardı.
Bu baskı sebebiyle, mahalleye fazla bir yiyecek girmediği için, hâliyle şiddetli bir açlık ve kıtlık başgöstermişti. Öyle ki; bazıları, ağaç yapraklarını, hatta ele geçirdikleri kuru deri parçalarını ateşe tutup yemek zorunda kalmışlardır. Tarih kitaplarımız, açlıkla kıvranan bir kadının, kaynar suda bir deri parçasını pişirerek yiyip çok mutlu olduğundan bahsetmektedir.
Bilhassa çocuk ve kadınların açlıktan feryat etmeleri, bazı müşrikleri merhamete getiriyor ve gizli de olsa yiyecek yardımında bulunuyorlardı.
Onların bu tavrı şunu ispat etmektedir: İnsanoğlunda aslolan kabiliyet hayra ve doğruya müteveccihtir.
Prof.Dr. Haydar BAŞ Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 253 /257
Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir
Devam edecek