Bir sene sonra aynı yerde buluşmak üzere Allah Resulü’ne söz vererek Mekke’den ayrılan Hazrecliler bir yıl sonra sözleştikleri üzere Allah Resulü’nün yanına gelerek gizli bir görüşme yaptılar. Yanlarında altı kişi daha getirmişlerdi. Bu görüşme sonunda, “Allah’a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina ile ırza geçmemek, çocuklarını öldürmemek, iftirada bulunmamak ve hiçbir hayırlı işte Peygambere karşı çıkmamak” üzere Hz. Resul’e biat ettiler.
17-10-2021Allah Resulü onlara, biatine sâdık kalanların cennetle mükafaat göreceğini; hataya düşenlerin cezasının da Allah’a ait olduğunu bildirdi. Onlar da, her hâl ü kârda itaat üzere olacaklarına söz verdiler.
Allah Resulü’nün ashabı ile olan ilişkilerinde biat ve istişarenin önemli bir yer tuttuğunu görmekteyiz. Zira, Allah Resulü’ne biat etmek; Bezm-i Elest’te Allah’ın ‘Ben sizin Rabbiniz değil; miyim?’ sorusuna ‘Evet; Sen bizim Rabbimizsin’ diye cevap veren insanın, dünyadayken unuttuğu bu ahdini tazelemesi; Allah adına O’nun Peygamberine yeniden söz vermesi; bu sözle kendisini yenilemesidir. Dolayısıyla, biat etmek sıradan bir boyun eğişin değil, çok ciddi bir boyutta Allah’a teslimiyetin ve kulluk sözü vermenin sembolüdür.
Allah Resulü’nün aldığı biat, Medine’de kuracağı örnek devletin temelini örnek insanlarla gerçekleştireceğinin bir göstergesiydi. Örnek toplumları meydana getirmek, ancak ailesiyle, ticaretiyle, sevgi ve kardeşliğiyle örnek olacak seviyeye gelmiş insanlarla mümkün olabilecektir.
Bu sebeple Hz. Resul, ilk etapta onlardan itaat ve ahlak-ı hamide sahibi olmalarını istemiştir. Demek ki iman ve ibadetin kemâli ve sıhhati, ancak ve ancak ahlak ve teslimiyet sahibi olmakla mümkün olabilmektedir.
Ayrıca, şunu da hemen söyleyebiliriz ki; Allah Resulü’nün şer’i emirler ve ahlakî davranışlarla itaat ve teslimiyeti birarada zikretmesindeki nükte; itaat ve teslimiyet olmaksızın İslam binasının temelinin sağlam olamayacağındandır. İman, ibadet ve ahlakın kemâle ermesi, bunları hakkıyla yaşayan örnek insana teslimiyetle ortaya çıkacaktır. Zira, ibadet, iman ve ahlakımızı; nefsimiz süsleyerek bize takdim edebileceğinden dolayı, o nefsin aldatmasından bizi koruyacak olan insanlara tâbi ve teslim olmak, bizi her yönüyle kemâle götürecektir.
Büyüklerimizin; “Emir, edepten üstündür” sözü de, bu hakikatin bir ifadesidir.
Resulûllah, Akabe’den memleketlerine dönmek isteyen Medinelilerle birlikte Mus’ab b. Umeyr’i gönderdi. Ve ondan Medineliler’e Kur’an’ı, İslam’ı öğretmesi, itikad ve ibadetler konusunda bilgi vermesini istedi.
Mus’ab b. Ümeyr, fıtraten yumuşak huylu, nazik ve yakışıklı bir gençti. Mekke’nin en zengin ve şerefli ailelerinden birinin ço cuğuydu. Her türlü nimeti bir yana bırakarak İslam davasına hizmet için çalıştı. Ailesi türlü işkencelerle üzerine geldi; hatta sonunda evinden kovuldu. Fakat hayatı ve sonsuz güzellikleri Allah Resulü’nün eteğinde bulmuştu Hz. Mus’ab. Uhud Savaşı’nda şehid düştüğü zaman, kefen olarak sarılacak hiçbir şey bulunamamıştı. Başını örttüklerinde ayakları; ayaklarını örttüklerinde başı açılıyordu. Resulûllah, kabrinin başına geldiler. Durumu görünce ağlamaktan kendilerini alamadılar. “Üst kısmını elbiseyle, ayaklarını da izhir (güzel kokulu bir ot) ile örtün” buyurdular. Fakat o, Cennet elbiselerine hak kazanıcı amellerle göçmüştü. Ne mutlu bu elbiseye ve makama tâlip olup, uğrunda yarı çıplak, yarı tok yaşamayı muhabbet bilenlere…
Mus’ab b. Umeyr, Medine’de bütün kapıları çaldı; “Beni biraz dinleyiniz; sonra ne yaparsanız yapınız” diyerek Allah Resulü’ne davet etti. Ve bu aşk yumağı genç sahabi, samimiyetinin neticesinde öyle muvaffak oldu ki; bir yıl sonunda Mekke’ye döneceği zaman, üç aile dışında bütün Arap kabileleri İslam’ı kabul etmişlerdi.
Prof.Dr. Haydar BAŞ Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 319 /323
Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir
Devam edecek