Bir zındık İmam Cafer’e ‘Allah nedir’ diye sordu.....

Hişam şöyle anlatır: “Bir zındık, İmam Câfer Sâdık’a (a.s.) bazı sorular sorup sonra da: “Allah nedir?” diye sordu

<Bir zındık İmam Cafer’e ‘Allah nedir’ diye sordu.....

Hişam şöyle anlatır: "Bir zındık, İmam Câfer Sâdık'a (a.s.) bazı sorular sorup sonra da: "Allah nedir?" diye sordu.

İmam şöyle buyurdu: "O, her şeyden başka, her şeyin tersine bir şeydir. Bu sözden amacım, bu sözün içeriğini ispatlamak ve O'nun, bir şey olmanın hakikatiyle bir şey olduğunu söylemektir. (Yani O, gerçekten var olan bir şeydir)

Cismi olmaksızın, şekli olmaksızın, algılanmaksızın, duyulmaksızın, beş duyu organıyla hissedilmeksizin, düşünce ve hayale sığmaksızın bir şeydir O. Yokluk ve tükenişi olmadığı için, O'ndan bir şey eksilmez, zamanın geçmesi O'nda hiçbir değişime neden olmaz."

"Yani O'nun duyduğunu ve gördüğünü mü söylemek istiyorsun?"

"Evet, O duyar ve görür. Duymak için hiçbir uzvu olmaksızın "duyandır ve görmek için hiçbir aracı olmaksızın "görendir O! Bizatihi kendi duyar ve bizatihi kendisi görür. Bunu söylerken, O'nunla "kendi"sinin iki ayrı şey olduğunu kastetmiyorum.

Bundan amacım, teşbihte bulunarak meselenin anlaşılmasını sağlamaktır. Binaenaleyh, diyorum ki O, bütün varlığıyla "duyandır. Bunu söylerken de O'nun varlığının "bütünü" ve "parçaları" olduğunu kastetmiyorum; bu tabiri kullanarak senin meseleyi kavrayabilmeni amaçlıyorum. Binaenaleyh, zât ve mânâda hiçbir ihtilaf olmaksızın duyan, gören, bilen ve bilgi sahibi olandır O!

"O halde, O nedir?"

"O, Rab ve mâbuddur. O, Allah'tır. Rab ve Allah derken "r", "a", "b" ve "a", "l", "l", "a" ve "h" harflerini kastetmiyorum; bütün varlıkları yaratan, onları dizip koşandır, demek istiyorum.

Bu harfleri kullanırken maksadım: "Allah", "Rahman", "Rahim", "Aziz" ve diğer isimlerle anılan mânâdır. O, kendisine tapılan İlah'tır, Aziz'dir, Celil'dir ve şanı pek yücedir!

"Ama düşünebildiğimiz ve aklımıza gelen her şey birer mahluktur aslında."

"Eğer öyle olsa, tevhide inanma yükümlülüğümüz kalkar. Çünkü düşünüp akıl edemeyeceğimiz bir şeye karşı sorumluluğumuz olmaz!

Ancak, biz diyoruz ki; duyu yoluyla düşünebildiğimiz, duyuyla sınırlı olan ve duyularımızda bir benzerini tasavvur edebileceğimiz bir şekli olan şey mahluktur. Ve yaratılmıştır.

Binaenaleyh, varlığın yaratıcısını ispat etmek istiyorsak, Allah'a yakıştırılamayacak iki şeyden O'nun uzak olduğunu bilmemiz gerekir.

Birincisi, O'nun inkârıdır; O'nu inkâr etmek de varlığını reddetmek demektir.

İkincisiyse, teşbih ve benzetmedir; zira benzeme, ancak âşikâr ve görünür olan ve birtakım parça, bileşim ve terkiplerden meydana gelmiş bulunan "mahlukat"a mahsus bir özelliktir.

O halde, "Yaratan" Yüce Allah'ın ispatı kaçınılmazdır. Çünkü yaratıklar O'na muhtaçtır ve her şey "yaratılmıştır"; onları yaratansa, onlardan tamamen farklı ve onların dışında bir şeydir, onlar gibi değildir.

Çünkü onlar gibi olan şey, onlarda apaçık belli olan terkip ve karışımda da onlara benzeyecektir, daha önceden var olmamaları ve sonradan meydana gelen şeyler olmaları konusunda da ona benzer olacaktır.

Küçükken büyüme, siyahlıktan beyazlığa geçme, güçlüyken güçsüz hale gelme gibi konularda onlara benzemesi gerekecektir. Böylece bunlar gibi mahlukata ait nice özelliklerde onlara benzemesi icap edecektir ki, bütün bu özellikleri tek tek burada saymamıza gerek yok sanırım!"

"Allah'ı ispatladığın takdirde, gerçekte O'nun için belli bir sınır ve kısıt/had tanımış olursun."

"Hayır, O'nun için asla bir kısıt ve sınır tanımış olmayız. Yaptığımız şey, O'nun varlığını ispatlamaktır sadece. İspatla ret arasında hiçbir mertebe yoktur."

"O'nun varlığı var mıdır?"

"Evet. Zaten hiçbir şey, varlığının dışında başka şeyle ispat edilemez."

"Niceliği ve niteliği de var mıdır?"

"Hayır. Çünkü nitelik ve nicelik sıfat açısındandır ve bir şeyin nitelik ve niceliğini beyan edebilmek için onu ihata etmek (her şeyiyle kavrayıp kuşatarak hâkim olmak) gerekir.

Oysa Yüce Allah'ın ispatında iki yolu dışlamak gerekir. Biri O'nun varlığını reddedip yok olduğunu farz etmek (tatil), diğeri de O'nu başka şeylere benzetip diğer varlıklarla kıyaslamak (teşbih).

Çünkü O'nu reddeden kimse, O'nun varlığını inkâr etmiş, O'nu yok saymış ve ilahlığını görmezden gelmiş olur. O'nu başkalarıyla kıyaslayıp onlara benzetmeye çalışan kimse de O'nu ilahlık ve yaratıcılığa layık olmayan "yaratılmış"ların sıfat ve özelliklerine sahip bir şey olarak ispatlamış olur.

O halde, O'nda, O'nun dışında hiçbir şeyde olmayan bir nitelik vardır ki, kimsenin ihata edemeyeceği ve kendisinden başka hiç kimsenin bilemeyeceği bir niteliktir bu.

"O, kendi varlığını eşyaya karıştırarak diğer varlıklarla birlikte bir şey yapar mı?"

"O, başka varlıklara karışmak ve onlarla birlikte olarak bir şeyler yapmaktan münezzehtir! Çünkü bu, ancak başka şeylerle temasa geçip birlikte olduğunda -örneğin uzuvları ve vücutlarıyla- bir iş yapan, bir şeyi gerçekleştiren yaratılmışların özelliğidir. Oysa Yüce Allah'ın iradesi ve meşiyeti, her şeye egemendir; istediği her şeyi (iradesiyle) yapar."

İmam Câfer, "Nebi ve resulleri neye dayanarak ispat ediyorsun?" sorusuna şu cevabı veriyor:

"Biz her şeyi yaratan, var eden, bizden ve bütün mahlukattan ulu ve aşkın olan bir yaratıcıyı ispat ettiğimizde, bu yaratıcının hikmet sahibi olduğu da ispat edilmiş oluyor.

Bu yüzden mahlukatın O'nu görmesi câiz olmaz. O'na dokunmaları, O'nu bizzat görmeleri, karşılıklı somut olarak belirmeleri de.

Birbirleriyle tartışmaları doğru olmaz. Bu da gösteriyor ki, O'nun elçileri vardır. Kulları arasındaki bu elçiler onlara maslahatlarını, menfaatlerini ve varlıklarını sürdürmelerine yarayan ve terk ettiklerinde yok olmalarına sebep olan şeyleri gösterirler.

Dolayısıyla, kullar arasında hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah adına emir ve yasaklar koyanların varlığı ispatlanmış oluyor.

Yine bundan anlaşılıyor ki; Allah adına bunları tâbir eden kimseler vardır ki, bunlar Allah'ın peygamberleri, kulları içindeki seçkinleridirler.

Hikmetle eğitilmiş hakimler ve O'nun tarafından gönderilmiş kimselerdir. Bunlar insanlarla yaratılış ve varlık bakımından ortak oldukları gibi hallerinde de ortaktırlar.

Bunlar hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından hikmetle, delillerle, burhanlarla ve şahitlerle desteklenirler, ölüleri diriltmek, anadan doğma dilsiz ve alaca hastalığına yakalanmış kimseleri iyileştirmek gibi...

Yeryüzünde her zaman bir hüccet bulunur ve bu hüccet resulün sözlerinin doğruluğunu ve adalet sahibi olduğunu gösteren bir ilme sahip olur." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Cafer eserinden)