‘Ben, Resûlullah’ın nurundan bir nurum’

İmam Ali (a.s.) buyurdu ki: "Ben, Resûlullah'ın nurundan bir nur ve pazısının dirseği konumundayım. Vallahi, bütün Araplar, benimle savaşmak için bir birleriyle yardımlaşsalar bile yine ondan yüz çevirmem, imkânlar ölçüsünde ona koşar ve ekin aralarındaki taştan temizlensin diye yeryüzünü şu aksi ve ters adamdan temizlemek için mücadele ederim"

<‘Ben, Resûlullah’ın nurundan bir nurum’

TÜRK-AZ HABER / EHL-İ BEYT

İmam Ali (a.s.), Basra valisi olan Osman b. Huneyf-i Ensari'nin, çağırıldığı bir ziyafet yemeğine gittiğini öğrendiği zaman yazdığı mektupta şöyle buyurdu:

"Ey İbn-i Huneyf! Basra eşrafından birinin seni ziyafete çağırdığını, oraya koşarak gittiğini, çeşit çeşit yemeklerin, kocaman kocaman kâselerin sana sunulduğunu öğrendim. Oysa yoksullarının (çağrılmayıp) kovulduğu, zenginlerin davet edildiği bir davete icabet edeceğini sanmıyordum. Çiğnediğin lokmaya bir bak; (helal-haram açısından) şüpheli olursa onu ağzından at; tam anlamıyla pak olduğunu bilirsen birazcık ye.

Bil ki her kişinin uyduğu, yolundan gittiği, ilminin nuruyla ışıklandığı bir imamı vardır. Yine bil ki sizin imamınız, dünyasında eskimiş bir elbise ve iki lokma ekmeğiyle yetinmektedir. Elbette buna güç yetiremeyeceğinizi bilin. Ama takva ve ibadet telaşı ile temiz ve iffetli olmaya çalışarak bana yardım edin. Allah'a and olsun ki ben, bu dünyanızda ne bir altın, ne de gümüş külçeleri yığdım; ne ganimetlerden mal biriktirdim, ne üzerime yırtılmış elbisemden başka bir elbise aldım, ne de dünyada bir karış toprağa sahip oldum. Ancak geçinmeme yetecek kadar yiyecek aldım. Gerçekten dünya, benim gözümde acı bir pelitten daha değersiz, daha bayağıdır.

Gökyüzünün gölgelendirdiği şu dünya yüzünde elimizde bir Fedek vardı, ona da toplumun bir kısmı göz dikti, bir kısmı ise cömertlik ederek ondan el çektiler; Allah ne de güzel hükmedicidir!

Ben Fedek'i veya başka yeri ne yapayım. Yarın bu nefsin konağı mezarıdır. Onun karanlığında işleri kaybolur, haberi yok olur. Mezarcı onu geniş kazsa veya elleriyle genişletse bile taş, kerpiç düşer, arayı doldurur, toprak birikir, daracık hale gelir. Büyük korku gününde güvene erişebilmem, Sırat'ta ayağımı sabit kılabilmem için nefsimi şimdiden takva ile meşakkate alıştırmalıyım. Eğer isteseydim balın safını, buğdayın halisini yemeye, ipek elbise giyinmeye yol bulabilirdim. Fakat heyhat! Hicaz'da veya Yemame'de bir ekmek bile bulamayan, tokluk, doyumluk denen şeye ulaşmayan nice yoksullar varken, nefsimin beni yenmesi, lezzetli yemekler yemeye götürmesi nasıl mümkün olabilir!

Çevremde aç karınlar, susuzluktan yanmış ciğerler varken geceyi nasıl tok olarak geçirebilirim!

Ben şairin dediği duruma nasıl düşebilirim: 'Çevrende tabaklanmış deriye hasret olanlar/Ciğeri yanmışlar varken/Karnı tok olarak yatman/Sana dert olarak yeter!'

Bana, 'Mü'minlerin Emiri' denildikten sonra zamanın zorluklarında onlara ortak olmamaya, sıkıntılı yaşayışlarında onlara örnek olmamaya razı olur muyum? Ben, temiz şeyleri yemekle meşgul olmak için yaratılmadım. Ben derdi/tasası yiyeceği olan bağlı veya işi gücü çöplükler arasında yiyecek aramak olan, sahibinin maksadından haberi bile bulunmayan bir hayvan değilim. İşsiz güçsüz gezeyim, abesle meşgul olayım, sapıklık ipini çekeyim veya şaşkınlık yoluna gireyim diye de yaratılmadım. Şöyle dediğinizi duyar gibiyim: 'Ebu Tâlib'in oğlunun yediği buysa, zayıflıktan akranlarıyla savaşa, yiğitlerle dövüşmeye gücü yetmez.'

Bilin ki sahralardaki ağaç daha katı ve sert; bağ bahçe içindeki ağaçlar ise daha zayıf ve naziktirler. Çorak topraklarda biten ağaçların ateşi daha kuvvetli ve koru da daha geç söner. Ben, Resûlullah'ın nurundan bir nur ve pazısının dirseği konumundayım. Vallahi, bütün Araplar, benimle savaşmak için bir birleriyle yardımlaşsalar bile yine ondan yüz çevirmem, imkânlar ölçüsünde ona koşar ve ekin aralarındaki taştan temizlensin diye yeryüzünü şu aksi ve ters adamdan temizlemek için mücadele ederim."