ARAYIŞ GERÇEĞİ VE ZİKRULLAH.....

     Prof. Dr. Haydar Baş, “Dua ve Zikir” Eserinde arayış gerçeği ve zikrullah hakkında şu bilgileri veriyor:  Bütün mahlûkatın kendi içinde, kendi beyninde Rabb’ini arama seferberliği vardır. Her varlık, Cenâb-ı Hakk’ın gerek Zât, gerek sıfat, gerekse esmâ-i İlâhîsinden, onların tecellisinden vücut bulmuştur.

ARAYIŞ GERÇEĞİ VE ZİKRULLAH.....
Mimar Gökhan Demir

ARAYIŞ GERÇEĞİ VE ZİKRULLAH.....

    Bir eşya hangi isme muhatap ise, o isimle birlikte Allah’ı bulma arzusundadır. Çünkü O’nun tecellisinden vücut bulmuştur. Dolayısıyla o yoldan Allah’ı bulmak ister.Bu arayış o kadar enteresandır ki, Cenâb-ı Hakk, âyet-i kerimede şöyle buyurur: “Güneş de kendisine mahsus karargâhında akar gider. İşte bu, O azîz, Alîm’in takdiridir. Biz aya da menziller takdir ettik. Nihâyet hurma salkımının eski kurumuş eğri dalı gibi bir hâle dönmüş olur. Ne güneş için lâyık olur ki, o aya yetişmiş olsun. Ne de gece için lâyıktır ki, gündüzü geçmiş bulunsun ve hepsi de birer felekte yüzerler.” (Yâsin: 36/38,39,40)

    Yani felek âleminde bütün bu yıldızların yüzmesi haddizatında kendisini Yaratanı aramasıdır. Cismin en küçük parçasına intikal edildiği zaman, atomun içerisinde de elektronların saniyede 30 bin kilometre hızla döndüğü şeklinde ilmî bir gerçeğe rastlanılır. O da,mahlûkatın en küçük zerresinde Rabb’ini arayış seferberliğidir. Bu işin ilmî hakikati de budur. Âyet-i kerimelerde Cenâb-ı Hakk, gerek geçmiş zaman kipiyle ve gerekse de geniş ve gelecek zaman kipiyle, varlık âleminin kendini zikrettiğini buyuruyor: “Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih etmektedir. O, Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Hadîd: 1, ayrıca Haşr: 1 ve Saf: 1)

   “Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi, eksiklikten münezzeh, Azîz ve Hakîm olan Allah’ı tesbih eder.” (Yasin 36)

   “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. Mülk O’nundur, hamd O’nadır. O her şeye kadirdir.” (Tegabun 1)

   O hâlde, varlık âlemi devam ettiği müddetçe, her dem Allah’ı anma seferberliğindedir. Bu anış da aslında Rabb’inin tecellisinden mülhem olan varlığın kendi özünü aramasıdır. Rabb’ini aramasıdır. Bu bir seferberliktir. Cenâb-ı Hakk’ın “Ona ruhumdan üfledim…” dediği insan, bu mânâ ve hikmetten dolayı mahlûkatın en şereflisi olmuştur.Allah, mahlûkat içinde insanı kendisi için seçmiştir.Bütün varlıklar insanın hizmetine musahhar kılınmış, insan ise Allah için var olmuştur. O İlâhî nefha ki, Hakk’tan bir sırdır.İnsanı izzetli ve şerefli kılan da budur. İnsanoğlu, bu cevheri ile devamlı Hakk’a yönelmek ister. Zira O’ndan gelmiştir. Dolayısıyla tekrar O’na, yani aslî vatanına rücû edecektir. Âyet-i kerimenin beyanı budur: “Biz Allah’tan geldik, tekrar O’na döneceğiz.” (Bakara 156)

      Âyet-i kerime, bu büyük hakikati anlatmaktadır. Bu âlemde (dünyada) beden kalıbı ve madde, Hakk’ı görmeye ve O’na vâsıl olmaya engeldir. Ruh ise Hakk’ı arama ve O’na yönelme hususunda mukaddes bir hasret yaşamaktadır. Bu hasret, bu koşuş bütün insanlar için ömür boyu süren bir arayışa vesile olmuştur. Her insan aramaktadır. Arayışta bütün insanlar ortaktırlar. Aranan ve istenen ise Hakk’tır. Ancak arayış yol ve metodları farklı olduğundan, insanların ekseriyeti sapıtmakta, karanlık vadilere sürüklenmektedirler. Üstelik arayış yolunda insanı şaşırtan pek çok engel vardır. Allah’a ulaşmanın yolu ise, Cenâb-ı Hakk’ı ibâdât u taatle anmak, yani zikretmek, O’na layık kul olmaktan geçer. Gerçek mânâda insanın arayışı ancak bununla son bulur. Kalbi itminana erer. Âyet-i kerimenin beyanı budur: “Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”( Ra’d: 28)

    İnsan ne kadar zengin olursa olsun, ne kadar serveti şöhreti olursa olsun, hangi imkâna sahip olursa olsun zikrullah gerçeğinden mahrum olduğu müddetçe; korkunç bir boşluktadır. Çünkü Yaratıcıdan çok uzaktadır. İşte zikrullah, kulu Rabb’ine kavuşturur. Vuslat elde edilir.İbâdetlerin ruhu ve özü ise Allah’ı hatırlamak, Allah ile beraber olmaktır. O tecellilere mazhar olmaktır. Yani o zikirde kul Cenâb-ı Hakk’ın tecellilerine mazhar olur. O tecellilerde elinde olmadan “Allah, Allah” der de; işin farkında olmaz. İşte insan hem dilini, hem kalbini bu zikre âşina kılması lazımdır ki, mutlak huzuru yakalayabilsin.