Allah’ı anan daima diridir ölmez.....

Allah’ı anan daima diridir, ölmez. Bir hayattan öbür âleme geçer. Bir andan fazla ölüm acısı ona gelmez

<Allah’ı anan daima diridir ölmez.....

"Allah'ı anan daima diridir, ölmez. Bir hayattan öbür âleme geçer. Bir andan fazla ölüm acısı ona gelmez. Allah'ı anmak kalbe yerleşince kul daima Allah'ı anar. Dilinden bir şey demese bile o, Allah'ı anmış olur. Kul, Allah'ı andıkça Hakk'a uyar ve O'nun işlerine muvafakat eder. O'nun yaptığı işlere ses çıkarmaz.

Hakk'a uymamız ve onun emirlerine boyun eğmemiz gerekir. Biz yazın geldiğine hakikaten inanmayacak olursak, ensemiz yandığı zaman inanırız. Kışa, yaza inanmak, onları olduğu gibi kabul etmek, onların eziyetini hafifletir. Onlara inanmış olan gereğini yapar, kurtulur. Yazın serinlik bulur, kışın sıcak edecek şeyleri hazırlar.

İşte belâlara da inanmak bunun gibi bir şeydir. Sıkıntı ve darlığı giderir. Belâ ve âfetlerin, gelişine inanan onların gelişine hazırlık yapar; yapınca cümle sıkıntıdan emin olur. Belâ ve âfet için asıl hazırlık, onların Hak tarafından gönderilmiş olduğuna inanmaktır. Sabırlı olmaktır.

Allah yolcularının hâli ne kadar hoştur. Onların hâli ne kadar iyidir. Hak katından onlara ne gelse, hoşluk olur. Onlar, marifet şarabını içmişlerdir. Hakk'ın lütuf kucağında yatarlar. O'nun ünsiyeti ile ülfet ederler.

Şüphesiz bu halleri için onlara güzel makam verilmiştir. Hak Teâlâ'dan başkasını görmemek zevkini tatmışlardır. Onlar, Mevlâ'nın eli altında birer ölüdür. Heybet nuru, onları bu hale getirmiştir. Allah dilerse onları diriltir. Hak önünde onlar Ashab-ı Kehfdir. Allahü Teâlâ, Ashab-ı Kehf hakkında şöyle buyurur: "Onları bir sağa, bir de sola çeviririz." (Kehf/18)

O büyükler, insanların en akıllısıydı. Bütün hâlde Yaratıcılarından marifet ve kurtuluş dilediler. Bütün gayeleri buydu.

Yazık sana! Cehennemlik işleri yaparken cenneti umuyorsun! Bir şey beklenmemesi gereken yerde, çok şeyler umuyorsun!

Geçici şeylere kanma. Onu, senin sanıyorsun; ama yakında elinden alacaklar. Aziz ve Celil olan Hak, hayatı sana emanet verdi. Bu hayat sana, ibadet için verildi. Onu senin sandın, istediğini yapmaya kalktın.

Zenginlik bir emanettir. Emniyet, şöhret, mansıp birer emanettir. Yanında ne kadar iyilik varsa hepsi birer emanettir. Onları yerinde kullan. Onları kullanışında ifrata varma. Tefrit de etme. Ne ileri git, ne de geri kal...

Sana verilen her şeyden sorumlusun ve hepsi geri istenecek. Elinizde bulunan bütün nimetlerle, Allah'a kulluk yapmaya bakınız. Her sevdiğinizi Hak yolunda harcayınız. Allah dostları katında siz, bir didinme hevesindesiniz. Siz de, onlar gibi olunuz. Onlar selâmet istiyorlar. Bu selâmet, dünyada ve âhirette Hak'la olmaktır.

Rızkın için üzüntüye düşme. O, seni arar; öyle arar ki sen, onun kadar arayamazsın. Bugünkü geçimin tamam olunca ötesini bırak; yarını arama. Geçen günü aramadığın gibi onu da arama.

Yarına ereceğin belli değil. Ya sabahlarsın veya sabahı bulamazsın. Hazırla uğraş. Bugününü düşün. Eğer Hak irfanına erseydin; O'nunla olurdun. O'na inanır, rızık peşine düşmezdin; O'nunla meşgul olurdun. O'nun heybeti seni geçim işlerinden çekerdi. Allah'ı bilen, bir şey dileyemez hale gelir.

İrfan sahibi, Hak tecellisi önünde dilsizdir. Ta insanlara gönderilinceye kadar böyle, insanlara gönderildiği zaman dili açılır. Dilindeki tutukluk kaybolur.

Musa (a s.) peygamber, çobanlık yaparken dilinde tutukluk vardı. Acele konuşurdu; tutulur, kalırdı. Allah-ü Teâlâ onu, Firavun'a gönderdiği zaman dilini açtı. Bunun için Musa peygamber şu dilekte bulunmuştu: "Dilimdeki bağı çöz ki, sözlerim anlaşılsın." (20/28)

Bu duanın derin özünde şu manalar saklıdır: "Ben bir zamanlar çobandım. Hayvan yaymakla meşguldüm. Dilimin açılmasına lüzum yoktu. Ama şimdi öyle değil; insanlar arasına karışacağım. Senin varlığını onlara anlatacağım. Bu sebeple dilimdeki tutuk halin geçmesini talep ediyorum. Onu gider"

Musa peygamberin dilinin tutukluğuna dair şu hikâye vardır ki, bundan başkası da anlatılır:

Musa (as.) peygamber çocuktu. Firavun ile hanımının yanında idi. O zaman konuşacak durumu yoktu; fakat birden doksan kelime konuştu. Başkası o yaşta konuşamazdı. Bu hâl az devam etti. Bir kaza oldu.

Sebebi bilinmeyen bir hâlle ağzına ateş koymuştu. Bu ateş onun diline tesir etmişti. Dilinde bu yüzden tutukluk olmuştu. Bu işi yaptıran Allah-ü Teâlâ Hazretleridir." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethur'r Rabbani eserinden)