ALLAH’A ULAŞTIRAN TEK YOL....

    Prof. Dr. Haydar Baş, Hocamızın “Büyük İslam İlmihali” eserinde ‘Allah’a ulaştıran tek yol’ hakkında şu bilgileri veriyor: İnsanları Allah’a ulaştıran tek yol, dindir. Bu dinin adı da “İslam”dır.

ALLAH’A ULAŞTIRAN TEK YOL....
Mimar Gökhan Demir

ALLAH’A ULAŞTIRAN TEK YOL....

İslam, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem ile başlayan İlahî dinin adıdır. Hz. Âdem Safiyyullah Efendimizden sonrabütün peygamberlere ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.a.) Efendimize gelen din, yine İslam dinidir. Hz. Âdem’le başlayan İslam, bütün zamanlarda itikadî olarak aynı esasları beyan etmiştir.

Peygamberlere gelen dinde itikad,ibadet, muamelat hükümleri ile ilgili ahkâm-ı İlahiye yer almaktadır. Hiçbir peygamber döneminde itikad esaslarında değişiklik olmadığına göre, değişen kural ve kaideler, zamanın ihtiyaçlarına cevap verecek muamelata ait konular,ibadetin şekillerini belirleyen hükümlerdir. Peygemberler hep kendinden evvelkileri doğrulayıcı ve geleceği müjdeleyici olmuşlardır.

  Nitekim Kur’an-ı Kerim’de buyuruldu ki: “Bir vakit ki, Meryem’in oğlu İsâ, dedi ki: ‘Ey İsrâiloğulları! Şüphe yok ki ben, benden önce olan Tevrat’ı tasdik edici ve benden sonra Ahmed isminde gelecek bir peygamberi müjdeleyici olarak sizlere Allah’ın Resûlüyüm.’ Vakta ki, onlara açık mucizeler ile geldi, dediler ki: Bu bir apaçık sihirdir.” (Saff: 61/6.) Ahkâm-ı şeriyyeye ait hükümlerin değişmesine “nesh” denir.

   Son peygamber Muhammed Mustafa’ya (s.a.a.) gelen ahkâm-ı şeriyye, kendinden evvel gelen şeriatların kurallarını neshetmiştir. Bu sebeble mensuh olmuş olduğundan, geçmiş peygamberlerin şeriatlerine göre amel etmek caiz değildir. Bugün ise, bu meselede şu âyet-i kerime delil gösterilerek Musevî ve İsevîlerin de Cennetlik olduğu iddia edilmektedir: “Şüphe yok ki, mü’minler ile Yahudilerden ve Hıristiyanlar ile Sabiîlerden herhangi kimseler Allah Teâlâ’ya, âhiret gününe iman edip salih amellerde bulunmuş olurlarsa, onlar için Rabbleri katında mükâfatlar vardır. Ve kendilerine asla korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Bakara: 2/62.)

 Subki’den rivâyet olunur ki; Bu âyet-i celile Selman-ı Farisî ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Selman, Hz. Resûl’ün huzuruna geldiğinde, arkadaşlarının ibadetlerinden ve çalışmalarından bahsetti ve “Ya Resûlallah! Onlar namaz kılarlar, oruç tutarlar, Sana iman ederler ve Senin hak peygamber olduğuna şehadet ederlerdi” dedi. Selman onları senadan fariğ olunca Hz. Peygamber, “Ya Selman! Onlar cehennem ehlidirler” buyurdu. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle, bu âyet-i celileyi inzal buyurdu.

   Yukarıdaki hadiseden anlaşıldığına göre, Resûlullah (s.a.a.) Efendimizi kabul etmiş göründüğü halde, dinlerinden vazgeçmeyenler, nifak ehlinden olup, ikiyüzlü olanlardır. Nitekim İbn Hacer-i Askalanî, Ahmed b. Hanbel, İbn Ebi Şeybe ve Bezzar’ın, Hz. Cabir’den rivâyetlerine göre, Ömer kitap ehli olan bazı kimselerden elde ettiği bir kitabı Peygamber Efendimiz (s.a.a.)’e getirip onu okuyunca (veya okumak isteyince) Hz. Peygamber (s.a.a.) kızmış ve şöyle ikaz buyurmuştur: “And olsun ki, Ben size bu şeriati bembeyaz ve tertemiz olarak getirdim.

  (Din konusunda) onlara hiçbir şey sormayın. Çünkü onlara sorarsanız, icabında hak olan bir şey söylerler de siz onun yalan olduğunu söylersiniz veya bâtıl bir şey söylerler de siz onu tasdik edersiniz. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim, eğer Musa hayatta olmuş olsaydı, Bana uymaktan başka bir yolu olmazdı.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 387.)

  Demek ki, Peygamber Efendimiz’i (s.a.a.) kabul etmek; O’na tâbi olmakla mümkündür. Resûlullah Efendimizi (s.a.a.) kabul etmenin tezahürü ise, O’na gelen ahkâm-ı İlâhîyeyi yaşamaktır. Bir âyet-i kerime de: “Ve namazı kılınız, zekâtı da veriniz ve rükû edenler ile beraber rükû ediniz” (Bakara: 2/43.) buyurulmaktadır.

  Bu âyette İsrailoğullarına namaz kılmak, zekât ödemek ve rükû edenlerle beraber rükû, yani cemaat halinde rükûlu namaz kılma emri verilmektedir. Çünkü Yahudilerin namazında rükû yoktur ve namazı cemaatle kılmayıp tek tek kılarlar. Burada Müslümanların cemaati içinde yer alıp onlarla beraber rükûlu namaz kılmaları yani son peygamberin dinine uygun ibadet etmeleri emredilmektedir.Herkesin kendi bildiği gibi namazlarına devam etmeleri söylenmemiştir. Dolayısıyla bütün insanlık, en son gelen ve aynı olan namaz şekli ve cemaate çağrılmaktadır.Bütün bunlardan çıkarabileceğimiz çarpıcı sonuç da şudur:

Peygamber Efendimiz (s.a.a.) kendine gelen dine, bütün insanlığı çağırmıştır. O, davetinde bütün cihanı aynı dine, kendi şeriatine davet etmiştir. Sadece, son dinin kaidelerini kabul için insanları uyarmıştır.