ALLAH’A GİDEN YOLDA VESİLE…..

   İslam akaidine göre, mahlûkatın vücut bulmasında yaratıcı, yalnız Cenâb-ı Vâcibu’l-Vücud’dur. Fâil-i Hakiki mutlak olup, tektir. O bakımdan Allah’tan başka fâil aramak küfürdür. Cenâb-ı Hakk Zâtını gizlemek için bazı sebepler silsilesini araya koymuştur.

ALLAH’A GİDEN YOLDA VESİLE…..
Mimar Gökhan Demir

ALLAH’A GİDEN YOLDA VESİLE…..

    Bu yüzdende sebepleri vesile edinmek şart olmuştur. Allah’tan başka, maddî ve mânevî bütün mevcudat mahlûktur/yaratılmıştır. Maddî ve manevi yaratılmışların vücut bulması (varolması, meydana gelmesi) Cenâb-ı Hakk tarafından birtakım sebeplere bağlanmıştır. Bu sebeplere sarılmak(esbaba tevessül)  Allah’ı inkâr değildir. Ancak yaratılmışa Fâil-i Hakiki (gerçek fâil, yaratan) nazarı ile bakmak küfürdür.

   Sünnetullah (Allah’ın değişmez kanunu) olan maddî olaylarda, Allah’ın adını zikretmeden ve de inkâr etmeden, “Dünyayı aydınlatan güneştir. Yağmuru yağdıran buluttur. Nebatı yeşerten sudur. Zaman insanı ihtiyarlatır. Bitkiyi bitiren topraktır. Meyveyi ağaç verir” gibi cümleleri kurmak küfrü gerektirmez. Biz biliriz ki, bu zikredilen fiillerde Fâil-i Hakiki Allah’tır. Dünyayı aydınlatmada güneşi yaratan Allah’tır. Yağmur için bulutu yaratıp hareket ettiren Allah’tır. Meyvenin meydana gelmesinde ağacı vesile kılan Allah’tır. Fakat bu saydıklarımızda Fâil-i Hakiki olan Allah’ın adı zikredilmemiş, sebep cihetinden vesile olanlar zikredilmiştir.

   Mü’min bilir ki, sebeplerin Hakiki Fâil’i de Allah’tır. Bu bilgi mü’minin kalbinde devamlı bir tasdik hâlinde mevcut olduğundan mü’min sebepleri zikrettiğinde Allah’ı anmış gibi olur. Bu gerçeği bir misal daha verip açmak gerekirse; bir şahıs başka bir şahsa, “Bana şunu ver” diyerek bir eşya istese, bu talep küfür olmaz. Âdet odur ki, “Rabbim bana şunu ver” diye ihtiyacını Rabb’inden istemezde, sebeplere sarıldıktan sonra verenin Allah olduğunu bilir. Sebeplere sarılmak o kadar önemlidir ki, sebeplere tevessül etmeden kulun tevekkül etmesi yanlıştır. Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur ki, kâinatta Fâil-i Hakiki yalnız Cenâb-ı Hakk olmasına rağmen sebepler silsilesini (sünnetullahı) zikretmek küfür olmaz.

    Maddî sahada durum bu iken mânevî sahada da durum aynıdır. Mânevî mümkün veya mevcudun varlığında yine sebepler silsilesi vardır. Bu sebeplerin zikredilmesi veya kulun o sebeplere tevessülü

asla Fâil-i Hakiki’yi inkâr değil, bilakis sünnetullaha ittibadır. Bu hakikat; “Ey iman edenler! Allah Teâlâ’dan korkunuz ve O’na vesile arayınız ve O’nun yolunda cihadda bulununuz ki, kurtuluşa erebilesiniz”(Mâide: 5/35) emri ile sabittir. Bu emri yerine getirmek ibâdettir. Nitekim Cehennem’de azap, Cennet’te nimet vardır. Aslında azap da, nimet de Allah’tandır.

    Ama Cennet nimete, Cehennem azaba vesiledir. Kulların hayır ve şerrini tespit eden Allah’tır. Cenâb-ı Hakk bu iş için Kirâmen Kâtibîn’i vesile kılmıştır: “Ve O, kullarının üzerinde tasarruf sahibidir. Ve sizin üzerinize (amellerinizi yazan) hafaza meleklerini gönderir. Nihâyet sizden birinize ölüm gelince onun canını bizim gönderdiğimiz melekler alırlar ve onlar vazifelerinde kusur etmezler.” (En’am: 6/61)

   Ayrıca insanı koruyan Allah olduğu hâlde, bunda da melekleri vesile kılmıştır: “Hatırlayın ki, siz Rabb’inizden yardım istiyordunuz. O da, ‘Benpeşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim’ diyerek duanızıkabul buyurdu.” (Enfal: 8/9)

     Cenâb-ı Hakk maddî ve mânevî işleri sebeplerle halk ederken, acaba kullarının hidayetinde maddî ve mânevî vesileler koymuşmudur? Şüphesiz ki, hidâyet Allah’tandır. Ancak resûller, nebiler ve veliler

bu hidâyete vesiledir. Aksi takdirde, Cenâb-ı Hakk’ın peygamberleri göndermesine lüzum olmazdı. Peygamber Efendimiz nefsi tezkiyeye, Allah’a yürümeye bir vesiledir. Eğer OPeygamber olmasaydı nefisler tezkiye edilemeyecek, Kur’ân öğrenilemeyecek, Allah’a yürünülemeyecekti. Günümüze

taşırsak; bizimde Allah’a yürüyebilmemiz için, O peygamberin yaptığına vâris, bizim nefsimizi terbiye eden, Kur’ân’ı, hikmeti öğreten biri olmalıdır. Yani bir vesile olmalıdır ki, bizi de o yolla Cenâb-ı Hakk’a taşısın.

   Bu konuyla ilgili olarak, “Allah ile kul arasına kimse giremez” şeklinde insanları yanıltmaya, yanlışa sürüklemeye yönelik, saptırmalar söz konusudur. Namazda kul Allah’ın huzurundadır. Namazlarda tahiyyat okuyoruz. Bu okuduklarımızın metinleri kudsi hadistir. Okuduklarımızla sadece Peygamber Efendimize selâm vermekle kalmıyoruz, ceddine ve âline de salavât okuyoruz. Allah ile kul arasına tabii ki kimse giremez, ancak onların adını zikretmemizi Cenâb-ı Hakk istiyor. Onlar, Allah’ın dostudur. Onları zikretmek de Allah’ı zikretmekdir. Onları sevmek Allah’ı sevmektir. Onlara buğzetmek Allah’a buğzetmektir. Hiç şüphesiz, Allah ile kul arasına kimse giremez. Yalnız her şeyde olduğu gibi kulun hidâyet ve irşadında da mutlaka bir sebebe ihtiyaç vardır. İrşad ve hidâyetin sebepsiz olacağını düşünmek, İslam’ın ve imanın mantalitesinden mahrumiyetin ifadesidir. ‘’Allah (c.c) elbette insana şah damarından daha yakındır. Burda yakın olan Allah’tır peki insan Allah’a ne kadar yakındır.’’ Maddî

ve mânevî bir işte vasıta gerekir de, dünya ve âhiret hayatının akıbetini belirleyecek derecede mühim olan hidâyet ve irşad meselesinde nasıl olurda bir vasıta gerekmez?

   Resûlullah’ın (s.a.a.) vefatından sonra sahabesi O’na olan akrabalık bağı dolayısıyla amcası Hz. Abbâs’ı vesile ederek Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulunmuşlardır: Enes’den (radiyallahu anh); ’’kıtlık olduğu dönemde yağmur duası yaptığı zaman ‘Abbâs’ın yüzüsuyu hürmetine’ der ve, ‘Allah’ım biz Sana Peygamberinle tevessül eder Sen de bize rahmet verirdin; şimdi ise Peygamberinin amcasıyla tevessül ediyoruz; ne olur -onun yüzüsuyu hürmetine- bize yağmur ihsan et!’ diye dua ederdi. Duanın ardından bolca yağmur yağardı.” (Buhârî, İstiskâ 3/2, II, 15-16;)

    “Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:“Sizden biri ıssız bir yerde bir şey kaybeder ya da bir yardım isterse şöyle desin: ‘Ey Allah’ın kulları! Bana yardım edin, ey Allah’ın kulları! Bana yardım edin! Ey Allah’ın kulları tutun!’ Çünkü bizim göremediğimiz nice Allah’ın kulları vardır.” Bu husus, tecrübe edilmiştir. (Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr; Heysemî, Mecma’ X, 132)  yazımızdasayın: Prof.dr.Haydar Baş hocamızın Dua ve Zikir kitabın’dan istifade ettik.