ADALET III.....

Devam eden

        Ömer , valiye, “Neden vurdun?” diye sordu.  Şikâyetçiye, “Kalk ondan hakkını al” dedi.

<ADALET III.....

Amr b. As kalktı ve, “Ey Mü’minlerin Emiri! Sen, bunu böyle yaparsan, bu âdet artar ve gelenek hâlini alır. Senden sonra gelenler de buna devam eder” dedi.

Ömer (r.a.), “Ben, Allah’ın Resulü’nün kendinden, böyle kı­sas yaptırdığını gördüm. Ben nasıl yapmam?” deyince, Amr b. As, “Bize bırak, onu razı edelim” dedi. Ömer de, “İşte siz işte o, fidye verin razı edin” dedi. Daha sonra, kendi aralarında her kamçı için iki dinara, yani ikiyüz dirheme rızalaştılar.

İbn-i Asâkîr, Ali b. Rabia’dan şöyle rivayet ediyor: Câde b. Hu­beyre, Hz. Ali’ye gelerek, “Sana iki kişi gelse; birisinin yanında sen, canından (veya malından ve evlatlarından) daha sevgilisin; di­ğeri de elinden gelse seni kesecektir. Bunun lehine, birincinin aley­hine hükmeder misin?” dedi.

Hz. Ali (r.a.) çenesinden tuttu ve, “Bu kendi nefsim olsaydı, bi­rincisinin lehinde hükmederdim. Fakat bu, Allah içindir” dedi.

Tirmizî ve Hâkim, Şa’bi’den şöyle rivayet ediyorlar:

Hz. Ali (r.a.) bir gün çarşıya çıkmıştı. Zırh satan bir Hıristiyan’a rastladı. Zırhlar arasında kendi zırhını tanıdı ve Hıristiyan’a;

“Bu zırh benimdi. Aramızda, Müslümanların kadısı hüküm ve­recek” dedi.

O zaman Müslümanların kadısı Şureyh idi. Kendisini Hz. Ali (r.a.) kadı yapmıştı. Şureyh, Hz. Ali’yi görünce hemen ayağa kalk­tı. Hz. Ali’yi kendi yerine oturttu. Kendisi de Hıristiyan’ın yanına oturdu.

Hz Ali;

“Ya Şureyh! Onunla (Hıristiyan’ı kastederek) benim aramızda hüküm ver.”

O zaman Şureyh;

“Ne diyorsun, ya Emire’l-Mü’minîn?” dedi. Hz. Ali;

“Şu zırh benimdir, uzun zamandan beri kayıptı” dedi.

Şureyh;

“Ne diyorsun ey Nasrâni?” diye Hıristiyan’a sordu.

Hıristiyan;

“Mü’minlerin Emiri’ni yalanlayamam, fakat zırh benimdir” dedi.

O zaman Şureyh;

“Zırhı elinden almak için bir sebep göremiyorum. Ey Mü’minlerin Emiri; şayet bir deliliniz varsa getirin” dedi.

Hz. Ali (r.a.);

“Şureyh doğru söyledi” dedi.

O zaman Hıristiyan heyecanla atıldı;

“Bu, nebilerin hükmüdür. Mü’minlerin Emiri, kendi tayin et­tiği hâkime geliyor, o da emirin aleyhinde hüküm veriyor. Ey Mü’minlerin Emiri! O zırh senindir. Peşinizden geliyordum. Sizin devenizden düştü. Şimdi ben ‘Eşhedü enlâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdûhû ve Resuluhû’ diyorum ve Müslüman oluyorum” dedi. Hz. Ali (r.a.) da:

“Madem ki sen Müslüman oldun, o zırh senindir” dedi ve onu bir ata bindirdi.

İşte, yukarıda örneklerini gördüğümüz adalet; Yüce Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bir eseridir. Resulûllah’ın (s.a.v.) asha­bı, bu kadarcık kısa bir zaman içinde böylesine köklü bir adalet anlayışını nasıl kavradılar? İşte toplumların bölük bölük İslam’a gelişlerinin sebebi de, Müslümanların bu âdil davranışlarıdır.

Bir insan, dünya ile ilgisini keser ve bir dağa çekilirse; onun ada­ let sahibi olması çok kolay olur. Fakat Resul-i Ekrem, münzevî bir hayat yaşayan veya dünya işlerinden el çeken bir kişi değildi. Yüz­lerce kabileyle uğraşan bir insandı. Bu kabileler, boğaz boğaza gel­mişlerdi. Bunların birini memnun eden bir hareket, diğerine ıstırap veriyordu. Resul-i Ekrem, bunların kalplerini kazanarak İslam’a çağırıyordu. Bu uğurda müşkilat çoktu. Buna rağmen Resul-i Ek­rem, bir lahza dahi adalet icaplarından ayrılmamıştır.

Adaletin tevziînde en mühim mesele, hâkimin tarafsızlık uğu­runda kendi şahsî menfaatlerini feda etmesidir. Hz. Peygamber’in şahsiyetinde bunun en yüksek mertebede olduğu görülür.

Resul-i Ekrem, son hastalığında bile halka hitaben, “Şayet bir kimseye karşı bir hatada bulunduysam; maddî veya manevî bir sû­rette her kimi incittiysem; mala, cana, şerefe her ne şekilde teca­vüzde bulunduysam; Benden bu dünyada tazminat istesin” buyur­muştur.

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmetenli'l-alemin cilt 2 Kitabı sayfa : 521 /528

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir

Devam edecek