BİRİNCİ AKABE BİATI-II…..

Dünden devam eden

Demek ki; İslam’ı tebliğde, konuşulandan ziyade konuşan ağız; yani konuşanın teslimiyet, mahfiyet ve hizmet aşkı önemlidir. Kişi kalbinden dünyayı atar; teslimiyetle hizmet eder; Allah’ın sevdiği insanlarda yok olarak sever ve sevilirse davasına râm edemeyeceği insan yoktur.

<   BİRİNCİ AKABE BİATI-II…..

   Okuduğu dualarla insanları iyileştiren Hz. İsa’ya bir adam gelir ve der ki: “Bana da bu okuduklarını öğret de, kendi memleketimde­kilere okuyayım; faydam dokunsun.” Duaları öğrenip memleketine giden adam, bir müddet sonra kızgın bir vaziyette geri dönerek; “Aynı duaları okudum ama hastalar daha ziyade hasta oldular” diye yakınır. Hz. İsa şu manidar cevabı verir: “Okudukların aynı ama okuyan ağız aynı ağız değil.”

Hz. Abdülkadir Geylani’ye de oğullarından birisi, kendisine müsade ettiği takdirde daha güzel sohbet edeceğini söyleyerek ba­basından sohbet izni alır. Onu dinlerken, zaten kalabalık olan ce­maat konuşmaya, kıpırdaşmağa, uyumaya başlar. Hz. Pir, bu arada teşrif ederek şöyle hitapta bulunurlar:”Geçenlerde canım yumurta yemek istedi; hanımımdan pişirmesini rica ettim. Tavayı kızdırıp içine tereyağı saldığında ‘cızzz’ etti.” Sıradan bir olayı dinlemeleri­ne rağmen, “cızzz” sözünü duyduklarında oradakilerden kimisi ağ­lamaya, kimisi ‘Allah’ diye sayha atmaya başladı. Duruma şaşıran oğluna dönerek Hz. Pir; “Evlat gördüğün gibi; ağızla değil, kalb ile sohbet edilir” buyurdular.

Dolayısıyla, İslam davetçisini başarılı kılacak en önemli husus; kalbinden kibir, gurur, riya gibi pislikleri atarak; kalbini Allah ve Peygamber sevgisi, rıza, şükür, sabır ve ihlas gibi hasletlerle süsle­mektir. Zaten bunu gerçekleştirmek, her mü’min için farz-ı ayndır.

Mus’ab b. Ümeyr, Medineli Müslümanların bir nevi önderliğini yapmakta olan Es’ad b. Zürare Hazretlerinin evinde kaldı. Bu ev, onun tebliğinin merkezi olmuştu. Güzel huy ve nezaketiyle gönül­lere nur saçıyordu. Onun inkârcılar karşısında gösterdiği sabır, sev­gi ve kucaklayıcılık; benzeri dönemlerde nasıl tebliğ yapılacağına, tebliğcinin nasıl bir metod izleyeceğine ölçü getirmesi açısından ilgi çekicidir.

Bir gün, Müslüman ve misafirlerle sohbet ederken, Medine’nin reislerinden Üseyd b. Hudayr yanlarına geldi. Elinde mızrağı var­dı ve gayet hiddetliydi. Hz. Mus’ab’a dönerek, “Sen, buraya niçin geldin? Birtakım aklı yarım ve zayıf kimseleri aldatıp azdırıyorsun. Canını seviyorsan, derhal buradan git!” dedi.

Hz. Mus’ab ise gayet sakin ve kendinden emin bir şekilde, “Hele biraz dur, otur; sözüme bir kez kulak ver, gayemizi öğren. Beğenir­sen kabul edersin, beğenmezsen o zaman bize engel olursun” dedi.

Hz. Mus’ab’ın bu cevabı, davasına olan inancının ne kadar kuv­vetli olduğunu göstermesi açısından da çok manidardır. Öyle ki; karşısındaki insanın aynen yemek-içmek gibi, imana muhtaç ol­duğunu bilerek, ikna edemediği takdirde ölümü dahi göze almıştır. Demek ki tebliğci, iman ve İslam’ın fıtrî olduğunu bilerek davasına yüzde yüz inanmalıdır. Bu ise ancak, İslam’ı yaşayarak, hâl edine­rek kazanılabilir. Zira, tatbikata konulmayan her bilgi, imanı ye­terince kuvvetlendiremeyeceğinden, kişinin karşısındakine tesirini de sınırlı kılacaktır.

Hz. Mus’ab, daha sonra Üseyd’e İslamiyet’i anlattı ve Kur’an okudu. Üseyd, Kur’an’ın harikuladeliği karşısında mest olmuştu. Hemen oracıkta kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu. Sonra da; “Ben varayım, size birini göndereyim. Eğer o da imana gelirse, Medine’de iman etmedik kimse kalmaz” buyurdu. Bahsettiği kim­se, Sa’d b. Muaz idi.

Hakikaten de Sa’d b. Muaz, Kur’an’ı ve İslam’ı Hz. Mus’ab’ın mübarek ağızlarından dinler dinlemez Müslüman oldular. Hz. Sa’d, Müslüman olduktan sonra Mus’ab b. Ümeyr’in (r.a.) en büyük yar­dımcısı olmuş; insanların hidayete kavuşması için aşk ve vecd ile çalışmış, dinine hizmet etmiştir.

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 319 /323

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir