ALLAH’A ULAŞTIRAN TEK YOL…..

      İnsanları Allah’a ulaştıran tek yol, dindir. Bu dinin adı da “İslam”dır. İslam, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem ile başla­yan İlahî dinin adıdır. Hz. Adem Safiyyullah Efendimizden sonra bütün peygamberlere ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimize gelen din yine İslam dinidir. Hz. Adem’le başlayan İs­lam, bütün zamanlarda itikadî olarak aynı esasları beyan etmiştir.

<  ALLAH’A ULAŞTIRAN TEK YOL…..

Peygamberlere gelen dinde itikad, ibadet, muamelat hükümleri ile ilgili ahkâm-ı İlahîye yer almaktadır. Hiçbir peygamber döne­minde itikad esaslarında değişiklik olmadığına göre, değişen ku­ral ve kaideler, zamanın ihtiyaçlarına cevap verecek muamelata ait konular, ibadetin şekillerini belirleyen hükümlerdir. Peygamberler, hep kendinden evvelkileri doğrulayıcı ve geleceği müjdeleyici ol­muşlardır.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Hatırla ki; Meryem oğlu İsa, ‘Ey İsrailoğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim; Benden önce gelen Tev­rat’ı doğrulayıcı, Benden sonra gelecek, Ahmet adında bir peygam­beri de müjdeleyici olarak geldim’ demişti. Fakat o, kendilerine açık deliller getirince; ‘Bu apaçık bir büyüdür’ dediler.” (Saf, 6)

Ahkâm-ı Şer’iyye’ye ait hükümlerin değişmesine “nesh” de­nir. Son peygamber Hz. Muhammed Mustafa’ya gelen ahkâm-ı şer’iyye, Kendinden evvel gelen şeriatların kurallarını neshetmiş­tir. Bu sebeple, mensuh olmuş olduğundan, geçmiş peygamberlerin şeriatlarına göre amel etmek caiz değildir.

Bugün ise, bu meselede şu ayet-i kerime delil gösterilerek Mu­sevî ve İsevîlerin de Cennetlik olduğu iddia edilmektedir: “Şüphe­siz ki, mü’minler, Yahudiler, Nasranî ve Sabiilerden her kim Al­lah’a ve ahiret gününe inanıp sâlih amelde bulunsa, elbette onların Rableri katında mükafaatları vardır. Hem onlara bir korku da yok­tur. Mahzun da olacak değildirler.” (Bakara, 62)

Subki’den rivayet olunur ki; bu ayet-i celile, Selman-ı Farisî’nin arkadaşları hakkında nâzil olmuştur. Selman; Hazreti Resulün hu­zuruna geldiğinde, arkadaşlarının ibadetlerinden ve çalışmaların­dan bahsetti de; “Ya Resulallah! Onlar, namaz kılarlar, oruç tutar­lar, Sana iman ederler ve Senin hak peygamber olduğuna şehadet ederlerdi” dedi. Selman, onları senâdan fariğ olunca Hz. Peygam­ber; “Ya Selman! Onlar cehennem ehlindendirler” buyurdu. Bunun üzerine Allah azze ve celle, bu ayet-i celileyi inzal buyurdu.

Yukarıdaki hadiseden anlaşıldığına göre, Resulûllah’ı kabul et­miş göründüğü hâlde, dinlerinden vazgeçmeyenler, nifak ehlinden olup, ikiyüzlü olanlardır. Nitekim, İbn-i Hacer-i Askalanî, Ahmed b. Hanbel, İbn-i Ebi Şeybe ve Bezzar-ı Câbir rivayetlerine göre,  Ömer (r.a.) kitap ehli olan bazı kimselerden elde ettiği bir ki­tabı Peygamber (s.a.v.)’e getirip onu okuyunca (veya okumak iste­yince) Hz. Peygamber kızmış ve; “And olsun ki, Ben size bu şeri­atı bembeyaz ve tertemiz olarak getirdim. (Din konusunda) onlara hiçbir şey sormayın. Çünkü, onlara sorarsanız, icabında hak olan birşey söylerler de siz onun yalan olduğunu söylersiniz veya bâtıl bir şey söylerler de siz onu tasdik edersiniz. Nefsim (kudret) elinde olan Allah’a yemin ederim, eğer Musa hayatta olmuş olsaydı, Bana uymaktan başka bir yolu olmazdı” buyurmuştur.

Demek ki, Peygamber Efendimizi kabul etmek O’na tâbi ol­makla mümkündür. Resulûllah’ı kabul etmenin tezahürü ise, O’na gelen ahkâm-ı İlâhîyeyi yaşamaktır. Bir ayet-i kerimede; “Namazı dosdoğru (şartlarına, rükünlerine riayet ederek devam üzere) kılın; zekâtı ödeyin ve rükû edenlerle beraber rükû edin” (Bakara, 43) buyurulmak­tadır.

Bu ayette, İsrailoğullarına, namaz kılmak, zekât ödemek ve rükû edenlerle beraber rükû; yani cemaat hâlinde rükûlu namaz kılma emri verilmektedir. Çünkü, Yahudilerin namazında rükû yoktur ve namazı cemaatla kılmayıp tek tek kılarlar. Burada; Müslümanla­rın cemaatı içinde yer alıp onlarla beraber rükûlu namaz kılmaları; yani Son Peygamberin dinine uygun ibadet etmeleri emredilmek­tedir. Herkesin kendi bildiği gibi namazlarına devam etmeleri söy­lenmemiştir. Dolayısıyla bütün insanlık, en son gelen ve aynı olan namaz şekli ve cemaate çağrılmaktadır.

Bütün bunlardan çıkarabileceğimiz çarpıcı sonuç da şudur: Hz. Peygamber, kendine gelen dine, bütün insanlığı çağırmıştır. O, da­vetinde bütün cihanı aynı dine, kendi şeriatına davet etmiştir. Sade­ce, son dinin kaidelerini kabul için insanları uyarmıştır.

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 263 /265

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir