YAKÎN I.....

“Geylani Tefsiri” adlı eserde, Ahzab Sûresi 41 ve 42. âyetlerin tefsiri şu şekilde yapılır: “Ey inananlar! Allah’ı çokça zikredin.”( Ahzab:  33/41)

<YAKÎN I.....

  “Ey Allah’a iman edenler! O’nu, tevhidini, isim ve sıfatlarının mükemmelliğini layıkı veçhiyle, gerçek bir mârifetle tanıyanlar! Sizin imanınızın ve irfanınızın gereği O’nun zikrine devam etmektir. Öyleyse bir olan, tek olan, yegâne olan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, bütün kemâl vasıflarıyla muttasıf olan ve sayıya, adede sığmayan sonsuz güzel isimlerin hepsini kendinde toplayan Allah’ı çokça anın. O’nu bütün hâl ve vakitlerinizi kaplayacak şekilde anın. İlme’l-yakîn mertebesinden ayne’l-yakîn mertebesine ulaşmak için O’nun zikriyle çokça meşgul olun.”

   “Ve O’nu sabah-akşam tesbih edin.” (Ahzab: 33/42)

 Yani, ayne’l-yakîn mertebesinden de hakka’l-yakîn mertebesine yükselmeyi arzu ederek, O’nu, O’nun şânına layık olmayan imkan vasıflarının ve hudus gereklerinin tanımından gece gündüz bütün anlarınızda münezzeh kılın. Ey mü’minler! Lutuf ve ihsanda bulunana şükretmek aklen ve şer’an vacip olduğu hâlde nasıl olur da O’nu zikretmez ve tesbih etmezsiniz.”  Yakînin sözlük anlamı, kesin olarak bilme, şüphe duyulmayan bilgi, şüpheyi kaldırmadır. Fiil olarak kullanıldığında, onunla ilgili emin, kuşkusuz idi ya da hâle geldi anlamındadır. Yakîn, hükmün sebatıyla birlikte anlayışın sükûn bulmasıdır. (Râgıb el-Isfehanî, Müfredât, Elfazi’l-Kur’ân,  s. 1603)

   Yakîn kelimesi; ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn, hakka’l-yakîn olarak kullanılır. İlme’l-yakîn, kesin bir tarzda bilmektir. (Tekâsür: 102/5)

   Ayne’l-yakîn, gözle görüp bilmektir. (Tekâsür: 102/7)

Hakka’l-yakîn yani Cenâb-ı Hakk’ı gözle görür gibi tanıma ve müşahade etme derecesidir. (Tekâsür: 102/7)

  Bu makamda seçkin kullara dünyada birtakım mânevî parıltılar ve işaretler olur. Bu, müşahade nurunun, ârifin bütün varlığına sirâyet etmesidir. Öyle ki, o nurdan ârifin ruhu, kalbi, nefsi ve hatta kalıbı dahi payını alır. Bu bahsedilen durum, vuslat derecelerinin en yükseğidir.  

Doğru itikad ve ilim kalbi sarınca, orada kendilerine ters ve karşı bir şey yoksa, kalpte mârifet meydana getirirler. Bu mârifete yakîn denir. Çünkü yakînin hakikati, çalışarak mücahade ile elde edilen ilmin safi (temiz) hâlidir. Bu ilim öyle bir dereceye ulaşır ki, aksi düşünülmeyen zaruri ilim gibi olur. Bu ilmi elde eden kalp, dinin, dünya ve âhiretle ilgili haber verdiği her şeyin iç yüzünü müşahade eder, hakikatini anlar. Bu hâle gelen kulun imanı doruk noktadadır. Alkame’den (radiyallahu anh); Abdullah bin Mes’ûd der ki: “Sabır imanın yarısı, yakîn ise imanın tümüdür.” (Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr’de. Abdullah b. Mes’ûd’un bu sözünün isnâdını oluşturan râvîler sahîh ricalindedirler Heysemî, Mecma’ I, 57)

  Yakîni en güzel şekilde Ebu Ca’fer (Muhammed Bâkır aleyhisselâm) tarif etmiştir: Yûnus rivâyet eder: Ebu’l-Hasan er-Rızâ’ya (Ali b. Mûsâ aleyhisselâm) iman ve İslam ile ilgili bir soru sordum. Buyurdu ki: Ebu Ca’fer (Muhammed Bâkır aleyhisselâm) şöyle dedi: “Din İslam’dır. İman ise ondan bir derece yukarıdadır. Takvada imandan bir derece yukarıdadır. Yakîn ise takvadan bir derece yukarıdadır. İnsanlar arasında yakînden daha az bir şey paylaştırılmış değildir.” Dedim ki: “Yakîn nedir?” Şöyle buyurdu: “Yakîn Allah’a tevekkül etmek (Allah’a güvenip dayanmak), Allah’a teslim olmak, Allah’ın kazasına (hükmüne) rıza göstermek, işleri Allah’a havale etmektir.” “Bunun açıklaması nedir?” diye sordum. Buyurdu ki: “Ebu Ca’fer bu kadarını söyledi.” (Ebû Ca’fer Muhammed b. Ya’kub b. İshak el-Kuleynî, Usûl-i Kâfî, c. 2, s. 116)

   

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Dua ve Zikir Kitabı sayfa : 597 /602

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir