VESİLE VE ŞEFAAT I.....

        Cenab-ı Hakk’ın insanı yaratmasındaki gâye kendini ona tanıtmaktır. İnsanın da gayesi; hem Allah’ın emri olduğu için, hem nimetlere şükür bâbından, hemde bizzat kendi kurtuluşuna giden tek yol olduğu için Allah’a kayıtsız şartsız kul olmaktır.

<VESİLE VE ŞEFAAT I.....

İnsanlık tarihi boyunca gelmiş geçmiş yüzbinlerce peygamber, hesabı rakamlarla ifade edilemeyecek kadar çok sayıda veli ve mürşid, hep insanları Allah’a götürmek ve kul olmalarını sağlamak için çalışmışlardır. Cenâb-ı Hakk âdeti gereği, her fiile bir sebep halk etmiştir. İnsanların irşadı ve hidâyeti için de peygamberlerini ve velilerin vesile kılmıştır. Ancak burada şu noktayı aydınlatmak gerekir; insan Allah’a kul olma yolunda ne kadar çaba sarfederse etsin, emir ve yasakları ne derece hassasiyetle gözetirse gözetsin, onun nihai kurtuluşu Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin tecellisine bağlıdır.

  Hz. Âişe’den yapılan rivâyetlerden birisinde Allah’ın Resûlü (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Doğruyu arayın, mutedil olun. Şunu da iyi bilin ki, hiçbirinizi kendi ameli Cennet’e koyacak değildir.” “Seni de mi ey Allah Resûlü?” diye sorduklarında; “Beni de; ne var ki Allah beni mağfiret ve rahmetiyle örter” (Ahmed, VI, 125, 273; Buhârî, Rikâk 18, VII, 182 ve Müslim, Sıfatu’l-Münâfikîn, no. 78, s. 2171) buyurdu.

   Allah-u Teâlâ, insanların kurtuluşu için dünyada nasıl nebi ve velileri vesile kılmış ise, mahşerde tahakkuk edecek nihai ve zorlu hesap gününde de yine nebi ve velileri vesile kılmıştır. Lügatte; aracılık yapmak, tavassut etmek, vesile olmak anlamına gelen “şefaat” kelimesi geniş anlamıyla bu tavassut müessesesini ifade etmektedir. Ashab-ı kiramın hayatına bakıldığında, onların tavassut müessesesine ne derece sarıldıkları çok çarpıcı bir şekilde görülmektedir. O kadar ki, sahabe-i kiram sadece tavassut müessesesinin piri olan Resûlullah’ın (s.a.a.) şahs-ı şahanelerini vesile ittihaz etmekle kalmamış, O’nun elbisesinden yırtılan parçayı, vücudundan ayrılan kılı, ağzından çıkan tükürüğü, su içtiği kabı, su içtiğinde arta kalan suyu… dahi irşad, hidâyet ve Cehennem yolunda ilerlemeye vasıta kabul etmişlerdir. İş bu noktada “şefaat” ile “tavassut” arasındaki hassas noktayı tespit etmek, bu ikisi arasındaki içiçeliği ortaya koymak gerekiyor.

 Önce bu konu ile ilgili birçok âyet-i kerime ve hadis-i şeriften birkaçını nakledelim. Âyet-i kerimeler: “İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir?” (Bakara: 2/255)

  “O’nun izni olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz.” (Yûnus: 10/3)

  “O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez.” (Tâhâ 109)

  “Rahmân’ın huzurunda, söz almış olanlar dışında hiç kimse şefaat edemeyecek.” (Meryem: 19/27)

   “Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o anda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zâlimlerin ne dostu, ne de sözü dinlenir şefaatçisi vardır.” (Mü’min: 40/18)

  Hadis-i şerifler: Osman b. Hanîf’ten (radiyallahu anh); “Görme özürlü biri Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve âlihi) gelip, ‘Ne olur Allah’a dua et de bana afiyet versin!’ dedi. Şöyle buyurdu: ‘İstersen sana dua edeyim de iyileş, istersen sabret ki bu, senin için daha hayırlı olur.’ ‘Dua et!’ deyince, ona abdest alıp şu duayı etmesini emretti: ‘Allah’ım! Sana, Rahmet Peygamberi olan Peygamber’in yüzüsuyu hürmetine teveccüh ediyorum.’ ‘Ey Allah Resûlü! Ben işimin görülmesi için Senin yüzünsuyu hürmetine diye Allah’a münâcât ettim. Allah’ım onu hakkımda şefaatçi kıl!’ dedi.” (Tirmizî, 3578;)

   Ümmü Habîbe’den (radiyallahu anhâ); Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Benden sonra ümmetimin karşılaşacak olduğu şey olarak birbirlerinin kanlarını dökmelerini gördüm. Çünkü kendilerinden önceki ümmetlerde olduğu gibi onlara da (böyle bir fitneden) önce Allah’ın Kitabı gelmiştir. Onun için Kıyâmette onlar hakkında şefaat etme yetkisini istedim ve Bana o yetkiyi verdi.” (Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat’ta. Ahmed, VI, 428)

 

   Prof.Dr. Haydar BAŞ   Dua ve Zikir Kitabı sayfa : 675 /688

   Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir