TEHLİKENİN BÜYÜĞÜ NİFAK VE MÜNAFIKLIK.....

  İslamiyet’in Mekke döneminde, inananlar ve inanmayanlar ol­mak üzere iki grup insan vardı. Mü’minler büyük işkencelere tâbi tutuluyor, baskı görüyorlardı. Mekke döneminde, Müslümanlar arasında, münafık sınıfı yoktu. Çünkü Mekke devri, bir çile ve me­şakkat devriydi.

TEHLİKENİN BÜYÜĞÜ NİFAK VE MÜNAFIKLIK.....
Mimar Gökhan Demir

TEHLİKENİN BÜYÜĞÜ NİFAK VE MÜNAFIKLIK.....

  Ancak Medine devri farklıydı. Çünkü, bu devirde, İslam bir yurt bulmuş, Allah’ın hükmü ve şeriatı hâkimiyet kazan­mıştı. Münafık grubunun ortaya çıkışı da işte bu devreye rastlar. Düzelen şartlar, Mekke devrine kıyasla artan imkânlar; İslam’ın güç kazanmasından ürken bu bencil, korkak ve zayıf karakterli in­sanların, Müslüman kisvesi altında, mü’minler arasına nifak sok­maya başlamalarına sebep olmuştur. Aslında; kâfirlerle münafıklar arasında, düşmanlık ve küfürde bir fark yoktur. Şu var ki, müna­fıklar yalancıdırlar ve Müslümanların arasına nifak sokarlar. Bu sebeple Müslümanlar, İslam’a açıktan düşmanlık gösteren kâfirler­den daha ziyade bu münafık grubundan zarar görürler. Nitekim Cenâb-ı Hak, Münafıkûn Sûresi 4.ayetinde buyuruyor: “Onla­rı gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa, sözlerini dinlersin. Onlar, sanki elbise giydirilmiş kütüklerdir. Her gürültüyü aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Sakının onlardan. Allah, on­ları kahretsin! Nasıl olup da, döndürülüyorlar!” Münafıkların, inananları bölmek ve aralarına düşmanlık sokmak için giriştikleri faaliyetlerin bazılarını nakletmek, karakterlerini çözmemize yardımcı olacaktır. Hicret’in 9.yılında çıkılan Tebük Seferi’ndeki ağır şartlar, mü­nafıkların nifak ve ikiyüzlülüklerini ortaya koymaları için yeterli bir sebep olmuştur. Seferin yapılacağı yer Müslümanların bulun­dukları noktadan çok uzak mevkideydi. Mevsim itibariyle aşırı sı­caktı, hasat zamanıydı. Yürüyüş son derece çetindi.

 Bütün bu şartlar, Resulûllah’ı, sefere çıkılacağını ashabına du­yurmaya ve seferberlik ilan etmeye sevk etti. Bunu duyan ve şartların zorluğunu gören münafıklar İslam or­dusuna katılmadıkları gibi, Müslümanların da gayretlerini kırarak onların kararlarını köreltme çabasına giriştiler. Tevbe Sûresi’nin 81-82. âyetlerinde bu hususta şöyle buyurulmuştur: “Cihaddan geri kalanlar, Allah’ın Resulü’ne muhalefet ederek oturup, kalma­larına sevindiler. Allah yolunda can ve mallarıyla cihad etmeyi hoş görmediler.‘Bu sıcakta savaşa çıkmayın’ dediler. De ki; ‘Ce­hennem ateşi daha sıcaktır.’ Keşke bilseydiler! Yaptıklarının cezası olarak artık az gülsünler, çok ağlasınlar. Eğer Allah, bu cihattan sonra tekrar cihada çıkmak için izin isterlerse, onlara şöyle de: Be­nimle beraber bir daha çıkmayacaksınız. Çünkü daha önce sava­şa çıkmayıp oturmayı istediniz. O halde, geriye kalanlarla beraber oturun.” 80 kişi Tebük Seferi’ne çıkmadı. Bunlardan üçü samimi Müs­lümandılar ve mazeretsiz olarak savaştan geri kaldıklarını itiraf ettiler. Resulûllah’ın emriyle, 50 gün, Müslümanlar onlardan yüzçevirdiler.Kimse onlarla konuşmadı. Nihayet, Allah,onları affet­tiğini bildirdi.Münafıklara gelince, Resulûllah onların zâhirî mazeretlerini kabul edip, işlerini Allah’a havale etti. Nihayet, Tevbe Suresi’nin ayetleri indi. Münafıkların zor şartlar altında ne gibi tavırlar takındıklarının bâriz bir örneğini de Hendek Savaşı’nda görüyoruz. Hendek kazı­lırken Selmân-ı Farisî, sert bir kayalıkla karşılaşmıştı. Duru­mu haber alan Resulûllah, bizzat Kendisi kayayı kırmaya başladı ve kayadan çıkan kıvılcımlar her yani aydınlattı. Ve Allah Resulü, ashabına Yemen ve İran ülkelerini, Kisra saraylarını, Şam’ın anah­tarlarını müjdeledi. Bunları duyan münafıklar,“Biz bu hendeğin içinde sıkıştık kaldık, O bize neler söylüyor” demek sûretiyle ni­faklarını yine açığa vurdular ve çalışma yerinden izinsiz olarak sı­vışmaya başladılar. Nitekim aynı savaşta, Kurayza Yahudilerinin ihanet haberini alan Allah Elçisi, “Sabredin, birleşik ordular yakında üzerinize gelecekler. Biraz sıkıntı çekeceksiniz, fakat zafer sizin olacaktır” diyerek Müslümanları sabra davet ettiğinde, münafıklar âyette bu­yurulduğu üzere, “Allah ve Elçisi bize boş bir aldatmacadan baş­ka bir şey vaad etmemiş” (Ahzab, 12) diyerek, samimiyetsizliklerini ortaya koydular. Halbuki aynı gün birleşik orduları gören Müslümanla­rın, ancak teslimiyeti, imanı ve sabrı artmıştı. “Mü’minler birleşik orduları görünce, ‘Bu, Allah ve Elçisi’nin bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resulü doğru söyledi’ dediler. Bu, onların sadece iman ve teslimiyetlerini artırdı.” (Ahzab, 18)

Câbir b. Abdullah’dan gelen bir rivayette ise; beraber çıkılan bir gazada Muhacirler’den biri, Ensar’dan birinin kaba etine vuruverdi. Bunun üzerine Ensârî; “Ey Ensar!” diye seslendi. Muhacirler’den olan ise, “Ey Muhacirler!” diye bağırarak Muhacirler’i çağırdı. Bu­nun üzerine Resulûllah, “Bu cahiliye davası da nedir?” buyurdu. Daha sonra haberi duyan münafık lideri Abdullah ibn-i Selül, “On­lar öyle bir işi yaptılar ha!.. Allah’a yemin ederim ki, Medine’ye dönecek olursak en şerefli ve kuvvetli olan (kendisini kastediyor) oradan (Medine’den) en hakir olanı (Resulûllah’ı kastediyor) çıka­racaktır.”Bunun üzerine Sahabe Selül’ün boynunu vurmak için izin istedi. Ancak Resulûllah, “Bırak onu! İnsanlar; Muham­med, ashabını öldürüyor, demesinler” buyurdu. (Buharî,Tefsir, Sûre: 63-5; Müslim, Birr, 63-64 )

   Bu hadise üzerine nâzil olan Münafıkûn Sûresi 7. ve 8. âyetlerde Cenâb-ı Hak, “Onlar; ‘And olsun, eğer Medine’ye dönerse; en üstün olan, en alçak olanı oradan muhakkak çıkaracaktır’ diyorlardı. Hâl­buki üstünlük ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler” buyurmak sûretiyle, münafıkla­rın halini ifade ediyor. Bu olaylar cereyan ederken, Abdullah ibn-i Selül’ün, samimi olarak iman etmiş olan oğlu Abdullah’ın, Resulûllah’ın, babasını öldürteceği yolunda haberler duyunca Hz. Peygamber’e gelmesi ve, “İzin ver ki, kâfir olan babamı kendi ellerime öldüreyim” diye­rek Resulûllah’tan izin istemesi son derece ibret verici, düşündü­rücü bir hadisedir. Nifak ve küfür sebebiyle kararmış bir kalp ile, imanın kök saldığı bir kalbin arasındaki farkı göstermesi bakımın­dan bu hadise de ibretle doludur. Resulûllah’ın, Abdullah’a cevabı ise,“Biz ona iyi davranacağız. Ona güzel muamelede bulunacağız. Yanımızdaki sohbeti sebebiyle, kendisine herhangi bir şey yapıl­mayacaktır” şeklinde olmuştur. (İbn-i Hişâm,Sîret,c.2,s.292;İbn-i Kesîr,Tefsir,c.8, s.159)

   Münafıkların, Müslümanları bölmek ve aralarına düşmanlık sokmak için giriştikleri faaliyetlere daha pek çok örnek gösterile­bilir. Bu örnekler bize, münafıkların belli başlı özelliklerini göster­mektedir. Bunlar her devirde aynıdır ve her devirde Müslümanlar, münafık tipinin karakter özelliklerini iyi tespit ederek, ona göre tedbirli davranmalıdırlar. 

     Kaynak Prof.dr.Haydar Baş / Rahmeten Li’l Alemin