NEFS-İ MÜLHİME VE NEFS-İ MUTMAİNNE.....

                                                                NEFS-İ MÜLHİME

    Sâlikin kalbine, Cenâb-ı Hakk’ın nur âleminden nuranî tecellilerin akmaya başladığı dönemdir. Buna “ilham dönemi” denilir. Sâlik, Levh-i Mahfuz’dan hakikatleri keşfetmeye başlar. Bunlar da onu öteki âleme hazırlar. “Demek ki, bizim yaşadığımız âlemin ötesinde de âlem var” der. 

<NEFS-İ MÜLHİME VE NEFS-İ MUTMAİNNE.....


   İtikadını güçlendirir. Yaptığı ibâdetlerin feyzini ve muhabbetin almaya başlar. ibâdetlerin zevkinden gözyaşlarının huşû içinde akmaya başladığı dönemdir. Nefs-i mülhimede bağlar, bahçeler, nehirler, ırmaklar mânâda seyredilir. “Hu” isminin çokça zikredildiği makamdır. Bu hâlde insan kuş gibi uçmaya başlar. Mânevîyatında denizleri yürüyerek geçer. Bu âlem, sinyaller âlemidir. Varlığın izâfi, Mutlak Varlığın ise hakiki olduğunun şifreleri çözülür. Rahmânî tecelliler olduğu gibi, sâdık olmayan ilhamlar da bu hâlde zuhûr eder.   Bu hâl insanda imanla küfrün çatıştığı noktadır. Nefis bu makamdan sonra hâkimiyyeti kaybeder. Kalp, itminana erer. 
  Zâten buradan öteye nuranî tecellilerin olduğu âleme kavuşmaya da “itminan âlemi” denir. Onun için çok ciddi mücadeleler vardır. Ruh-i sultan, vücut hâkimiyyetini ele almak ister. İnsan bu hâlde iki sesi de duyabilir; nefsin inkârını ve ruhun inkârını. Bir hak nazar, bir mürşid veli olmadan bu berzah geçilmez. 
   Esmâ-i İlâhîyenin tecellisini sâlik bu makamda görür. Çeşitli nuranî berzahlardan geçer. Kapılmaması, “maksadım Allah rızasıdır” deyip teslimiyyet ile yolculuğuna devam etmesi şarttır. Bu makam nefis âleminde hak ile bâtılın sınırıdır. Kâmil mürşidi olmayanın buradan öteye seyri mümkün değildir. Şu kadar ki,yaptığı zikrin mükâfatını alır. Fakat mânen yolculuğu burada noktalanır. Nefs-i mülhimede nazar-ı Hakk, kâmil insan vasıtasıyla zuhûr edince, sâlik beşerî sıfatlardan kurtulup İlâhî sıfatları hâl edinmeye başlar. Bu dönemde Esma-i İlâhîye’nin ve Ef’al-i İlâhîye’nin tecellileri zuhûr eder. Muhabbeti gittikçe artar. İntisab ettiği kâmil insana teslimiyeti, mahviyeti ve hizmeti doruk noktaya varır. Resûlullah’ın (s.a.a.) muhabbetinin gönül âleminde kök salmaya başladığı bu an, mânâ âleminin haizinelerinin bulunduğu nefs-i mutmainne hâlidir.

                                                     NEFS-İ MUTMAİNNE 
    İnsan; çalışması, ibâdeti, teslimiyeti ve kâmil bir insanın himmeti ile bu makama gelir. Kâmil bir zat ile ilgisi olmayanın nefsinin mutmain olması mümkün değildir. Zira bu makam nefsin karanlık âleminin idam edildiği vadidir. Bir başka ifade ile, insanın kendini inkârıdır. İnsanın nefsî mizacını, karakterini mantalite ve tarz olarak inkârıdır veya idamıdır. Onun için bir kâmil olmadan bu hâl mümkün değildir. Bu hâl ve makamda hazineler unutulur, hep ötesi düşünülür. Bu durumda nefis mutmain olmuş, gönül de huzur-u Resûlullah’a (s.a.a.) varmıştır.
   Her an Peygamber aşkı artar. Gittikçe korlaşan bu sevda, sâliki Peygamber huzurundan ayırmaz. Bu hâle, “fenâ fi’r-Resûl” denir. Bu makamda sâlik mürşidin direktifine göreya “Hakk”, ya da “Hay” ismini vird edinir.  

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Dua ve Zikir Kitabı sayfa : 613 /615
Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir