MÜNAFIĞIN ZİKRİ I.....

            “Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) buyurdu: Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar, (isterseniz) şunu okuyun: ‘Ey Muhammed! Hakka yönelerek kendini, Allah’ın, insanlara yaratılışta verdiği dine ver. Zira Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler’ 903 Sonra onu ebeveyni (Yahudi ise) Yahudileştirir, (Hıristiyan ise) Hıristiyanlaştırır ya da Mecûsi ise Mecûsileştirir. Tıpkı hayvanın doğurduğu yavrusu gibi. Onda burnu veya kulağı kesik görebilir misiniz?” (Bu hadisin muhtelif tarikleri vardır. Yûnus ani’z-Zührî an Ebî Seleme an tarikiyle Buhârî, Cenâiz 80/5, II, 97-8; Tefsîr 30, Rûm/2, VI, 20 ve Müslim, Kader, no. 22/3, s. 2048; Zührî an Saîd bin el-Müseyyeb tarikiyle Müslim, kader no. 22/1, s. 2047 tahrîc ettiler)

< MÜNAFIĞIN ZİKRİ I.....

  Bu ölçüden hareketle diyebiliriz ki; fıtrî bir berraklıkla, saf ve temizlikle dünyaya gelen insan, birçok sebebin etkisiyle kirlenmekte, kirletilmekte, kalbî ve zihnî birçok hastalığa giriftar olmaktadır. Fıtratındaki berraklığın devam edebilmesi için doğuncaya kadar ister istemez tâbi olduğu nizama, doğduktan sonra da tâbi olması ve tabii çevresinin de o nizama göre düzenlenmiş olması gerekmektedir. Aksi takdirde küfür, nifak ve kötü ahlâk gibi tehlikeli hastalıklar hemen kapıda beklemektedir. Bu cümleden olarak, şartların ve bünyenin elverişli hâle gelmesi gelmesi hâlinde hemen zuhûr eden hastalıklardan birisi nifaktır. Ağaç kurdunun, düştüğü ağacı kemirip öğüttüğü gibi, nifakda düştüğü bünyeyi, kalbi kemirir ve ifsat eder. İnanmadığı hâlde inanmış gibi görünene münafık denir. Münafık, iki yüzlüdür. Dili ile mü’min veya dost görünür kalbinde küfür ve düşmanlığı gizler. “(Bu münafıklar) mü’minlerle karşılaştıkları vakit, ‘(Biz de) iman ettik’ derler. (Kendilerini saptıran) Şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise,‘Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (mü’minlerle) sadece alay ediyoruz’ derler. (Bakara: 2/14)

   Kur’ân-ı Kerim bu konuda bir başka inceliğe daha dikkatimizi çekiyor; münafıkların meslek edindikleri nifak konusunda oldukça mahir olabileceklerini, uzun zaman her iki tarafa da kendilerini kabul ettirebileceklerini haber veriyor: “Çevrenizdeki bedevî Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, Biz biliriz onları. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir.” (Tevbe: 9/101)

   Müfessir Hamdi Yazır merhum, bu ayetin tefsirinde, “Yani münafıklıkta o derece mahâret kesbetmişler, sırlarını gizlemeye, takıyye yapmıya, töhmet mevkilerinden kaçınıp yağ gibi suyun yüzüne çıkmaya öyle alışmışlardır ki hâllerini senden, senin o yüksek dirayet ve firasetinden bile gizleyebilirler de vahiy nâzil olmayınca münafıklıklarını kat’iyyen bilemezsin.”  İman ehli olduğu hâlde, sonunda nifaka düşenlerin en büyük zafiyeti, Allah’ı unutup, Allah’a hesap verme endişesinden mahrum olmalarıdır. Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerim’de münafıkları tanımlarken; “Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkor ve cimrilik ederler. Onlar Allah’ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar fâsıkların kendileridir” (Tevbe: 9/67) buyuruyor.

  Yine Cenâb-ı Hakk Bakara Sûresi’nde, münafıklardan bahisle; “İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları hâlde, ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık’ derler.”

“Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah’ı ve mü’minleri aldatırlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.”

“Onların kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır” (Bakara: 2/8,9,10) buyuruyor.

  “Onların kalblerinde bir hastalık vardır” buyuruluyor. Müfessir Hamdi Yazır merhum, buna “maraz-ı reyb-ü nifak” diyor ve devam ediyor: “Buna müptelâ olan nefis, hak tanımaz, Allah’tan şüphe eder. Allah’ın emrinden şüphe eder. Allah’ın olan Kitâbı’ndan şüphe eder, Allah’ın Peygamberinden şüphe eder. Allah’ın hâlis mü’min kullarından ve onların müstakim olan ef’al ü harekâtından şüphe eder, her şeyden şüphe eder, hattâ kendinden şüphe eder. Bilginin kıymeti kalmamıştır. Lâkin benlik şuurundan da hiç çıkmaz. Nazarında hakk u hakikat kendinden ibaret görünür. Bakar ki kendisi reyb-ü şüphe ile meş’budur. Kıyas-ı nefs eder. Herkesi ve her şeyi şüpheli görür. Yerler, gökler, ağaçlar, taşlar, hayvanlar, insanlar, Allah, Peygamber, hep onu aldatıyor zanneder. Suizan ile dolar.”

  

   Prof.Dr. Haydar BAŞ   Dua ve Zikir Kitabı sayfa : 541 /550

     Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir