MUHABBETULLAH III.....

          Abdulkadir Geylani (k.s.), “Fethu’r-Rabbanî ve’l-Feyzu’r-Rahmânî” adlı eserinde şöyle buyuruyor: “Seven, ancak Allah’tan gayri şeylerdenkalbini temizlediği zaman sevgili olabilir. Mahbub mertebesine ulaşabilir. Henüz muhib-seven mertebesinde bulunan kişinin tevhidi, tevekkülü, imanı, kat’i ve sarsılmaz inancı ve mârifetullahı tamamladığı zaman, o mahbub yani Allah tarafından sevilen kul mertebesine erişir.

<MUHABBETULLAH III.....

İşte o anda onun üzerinden bütün sıkıntılar, meşakkatler ve bedbahtlıklar gider, rahata kavuşur. Bu hususu bir misalle açıklayalım: Mesela, öyle bir kişi farzedelim ki, kendisinden uzak diyarlarda bulunan ulu bir hakana sevgi-muhabbet beslemiş olsun. Nihayet bir gün, bu şiddetli sevginin neticesi olarak ona ulaşmak maksadıyla yollara düşsün. Gece-gündüz demeden, yolculuğun bütün meşakkat ve sıkıntılarına katlanarak yol alsın. Sonunda hakanın ülkesine varsın. Sarayına yaklaşsın. Buarada kendisinin hâlini hakana arz etsinler. O da hemen has hizmetçilerini göndererek misafirini karşılatsın. Has hizmetçiler onu alsınlar, yıkasınlar, güzel elbiseler giydirsinler. Güzel kokular sürsünler ve hakanın huzuruna çıkarsınlar. Hakan onu kabul etsin, yanına oturtsun, kendisiyle konuşsun, hâl-hatır sorsun, her türlü izzet ikramda bulunsun ve onu kendisine enis-yoldaş-sevgili kabul etsin. Şimdi bu durumda, o kişi için artık bir korku, bir yorgunluk ve bir sıkıntı kalır mı? Yahut kendi ülkesine geri dönmek ister mi? Oradan ayrılmayı nasıl düşünsün ki, artık o, hakanın yanına rahatça yeleşmiştir. Emniyet, güven ve huzur içindedir. İşte bu kalp de izzet ve celal sahibi Hakk’a ulaştığı zaman O’nun yakınlığı ve münacaatı ile orada mekân tutar. O’nun yanında emniyet, güven, huzur içinde olur. Dolayısıyla, O’nu bırakıp bir başkasına gitmeyi asla istemez.”

“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de” (Yûnus: 10/62) âyeti tecelli eder.

   Allah ile kulu arasında samimiyet başlar. Muhabbetullah için gerekli olan bir başka husus da, Allah’ın sevdiklerini sevmektir. Allah’ın, sevdikleri içinde en sevgilisi olan, Muhammed Mustafa’sını ve O’nun Ehl-i Beyt’ini sevmektir. Bu, Meveddet Âyetiyle de farz kılınmıştır: “İşte Allah’ın, iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. De ki: Ben buna karşılık sizden yakınlarımın sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.” (Şûra: 42/23)

  Meveddet edilecek kimseler ise, Cenâb-ı Hakk’ın, haklarında; “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” (Ahzab: 33/33)  âyetini indirdiği, “Hamse-i Âl-i Aba” olarak bilinen Resûlullah (s.a.a.), Hz. Fâtıma (a.s.), Hz. Ali (a.s.), Hz. Hasan (a.s.) ve Hz. Hüseyin’dir (a.s.). Bu hem Sünnî hem de Ehl-i Beyt Ekolü’nden gelen kaynaklarda bildirilmiştir. (Daha detaylı bilgi için bkz. Haydar Baş, Hz. Fâtıma ve Haydar Baş, İmam Ali)

Sa’d’den (radiyallahu anh); “Muâviye ona dedi ki: ‘Ali’ye hakaret etmeni engelleyen nedir?’ Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve âlihi) ona söylemiş olduğu şu üç şeyi hatırladığım sürece ona hakaret edemem. O üç hasletten birine sahip olmak, benim için kızıl develere sahip olmaktan daha iyidir. Çıktığı savaşlardan birinde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) onu kendi yerine bırakmıştı. Ali ise ona, ‘Ey Allah Resûlü! Beni kadın ve çocuklarla geride bıraktın’ demişti. Bunun üzerine O (s.a.a.), şöyle buyurdu: ‘Hârun Mûsâ’ya göre ne ise sen de Bana göre öyle olmak istemez misin ya Ali? Yalnız, Benden sonra peygamberlik yoktur.’ Hayber günü şöyle buyurduğunu duydum: ‘Bugün sancağı Allah’ı ve Resûlünü seven, Allah ve Resûlü tarafından sevilen bir adama vereceğim.’ Hepimiz sancağı almak istedik. Ondan sonra, ‘Haydi bana Ali’yi çağırın!’ buyurdu. Ali gözü ağrıyarak geldi, gözüne tükürüğünü sürdü ve sancağı ona verdi. Allah, fethi onun elinde müyesser kıldı. ‘Bizim ve sizin çocuklarınızı çağıralım’ meâlindeki âyet (Âl-i İmran, 3/61) indiği zaman, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi), Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’i çağırdı ve, ‘Allah’ım! İşte bunlar Benim ehlim (ailem)dir’ buyurdu.” (Müslim, fad. sah. 32, s. 1871 ve Tirmizî, 3724; Hâtim b. İsmaîl an Bukeyr b. Mismâr an Âmir b. Sad an ebîhî asl-ı senedi ile tahrîc ettiler)

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Dua ve Zikir Kitabı sayfa : 571 /584

     Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir