MUHABBETULLAH II.....

        Onun için niyet çok mühimdir. Ardından, niyetle beraber sâlih amel, sâlih taat gelir. Bu cihette ibâdetler kişiyi Hakk’a ulaştıran bir binektir, Burak’tır. İbâdet insanı bütün yanlışlardan uzaklaştırır. İbâdet evvela insanın iç tabiatını tertemiz hâle getirir. İbâdetle biz kalbimizi temizleriz. İbâdet yapmadan hiçbir kul kalbini temizleyemez.

<MUHABBETULLAH II.....

Bu bir kanundur. İbâdetle, zikirle tertemiz hâle gelen kalp aynasında Allah yansır. Yansıyan Allah’ın sevdasıdır. O zaman Allah sevilir. Allah’ı sevmek istiyorsak, bunun tek yolu, kalbe Allah’ın nazarını davet etmektir. Tecellinin davetide Allah’ı zikirle, ibâdetle mümkündür. O zaman o kalbe tecelli oldu mu Allah sevilir, O’na aşık olunur. Kulun Allah’ı sevmesi, kalbinde yaşadığı bir hâldir. Bu, sözlerle ifade edilemeyecek latif bir histir. Bu duygu insanı Allah’ı anmaya, O’nun rızasını istemeye sevkeder.

  İmam Gazali, “İhyâ-u Ulûmi’d-Din” adlı eserinde şöyle buyuruyor: “Faydalı olan zikir, sürekli ve kalp huzuru ile olan zikirdir. Kalbin habersiz olduğu, yalnız dil ile yapılan zikrin faydası azdır. Bu hususu doğrulayan haberler vardır. Kalbin de sürekli olarak hazır bulundurulması gereklidir. Kalbin bazen hazır olduğu ve çoğunlukla dünya işiyle uğraştığı zaman yapılan zikrin de faydası azdır. Kalbin devamlı olarak veya çoğunlukla hazır bulunması, diğer ibâdetlerden önce gelir. Hatta yalnız zikir değil, bütün ibâdetler kalbin huzuru ile değerlenir. İbâdetlerin sonucu huzurdur.

  Zikirin ise bir başlangıcı, bir de sonucu vardır. Başlangıçta yakınlaşıp sevmeye doğru yola çıkılır, sonuçta da bu yakınlık ve sevgi elde edilir. Zikirde aranan şey bu ikinci kısımdır. Zira ilk anda kalp ve dilin kuruntulardan kurtarılıp AIlah’ın zikrine bağlanmalarında zorluk çekilir. Eğer bu başarılırsa, zikirle yakınlaşma sağlanır ve bu yakınlaşmadan da sevgi doğar. Bu duruma şaşmamak gerekir. Zira bir adam, birisine bir yabancının iyi yönlerini anlata anlata adamın gönlünde yabancıya karşı bir sevgi uyanır ve ona hayalinde âşık olur. Bu her zaman görülebilen bir durumdur. Sonra da bu aşkın sonucu olarak, onu anmadan duramaz hâle gelir. Zira bir şeyi seven onu daima anar. Bir şeyi çok anan da onu sever. İşte Yüce Allah’ı anmanın başlangıcı böyledir. Zikredilen Allah ile biraz yakınlaşma meydana gelir, O’na karşı sevgi duyuluncaya kadar biraz zorluk çekilir. Bu sınır geçilince O’nu anmadan durulamaz hâle gelinir.”  Davud b. Sirhan rivâyet eder; “Ebu Abdullah (Ca’fer es-Sâdık aleyhisselâm) şöyle buyurdu: Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: Kim Allah’ı (Azze ve Celle) çok zikrederse, Allah onu sever. Kim Allah’ı çok zikrederse, onun için iki berat (kurtuluş) yazılır; ateşten berat ve nifaktan berat.” (Ebû Ca’fer Muhammed b. Ya’kub b. İshak el-Kuleynî, Usûl-i Kâfî, c. 2, s. 797)

  Rabıta ile yapılan zikrullah sebebiyle, Cenâb-ı Hakk kulunun kalbine tecelli eder. İşte orada Allah kendi Zâtını sevmeye başlar. Esasen aşk tekliktir. Yani ikinin bire rücû etmesidir. İkinin bir olmasıdır. Allah kulunun kalbine tecelli ettiği zaman, o tecelli ile, kulun kendini unutmasıdır. Bu yanan bir sobanın içine simsiyah kömürün atılmasıyla, on dakika sonra bu simsiyah kömürün ateş rengine bürünüp, ortada hiçbir şey kalmayıp, her şeyin ateş olmasına benzer.Nuranî tecelliler kulun kalbine tecelli ettiği zaman, işte o teklikte, nefis dediğimiz “ene/ben” dediğimiz şey kömür gibi erimeye başlar. O’nun varlığına bürünür. “Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanınız” budur. O varlığa bürünmek, o ahlâka sahip olmaktır. Onun için kemâlde yükselen her insanın hâli çocuk gibidir. Nefesi bile misk-i amber gibi kokar. Küçük çocukların nefesi koklandığında da aynı koku mevcuttur. Yani onlardan ağız kokusu alınamaz. Çünkü o artık maksada, Varlıkların Sahibine gönülden vâsıl olmuş, irtibatı kurmuştur. O’nu kendisinden geçiren, onu pişiren o sevgidir. İnsan, kalbine gelen tecellilerle Allah’ı hem bilir, hem de sever. İkisi içiçedir. Ârifibillah’ın kalbi devamlı Allah ile beraber olduğu için, diridir. O’nu sever, sevdiği için de O’nu tanır. Yani tanımakla sevmek içiçedir. Zâten Allah’ın bilinmesi sevilmesinin alametidir. Veya sevilmesinin alameti bilinmesidir. Bunların ikisi birbirini ta nımlayan hususlardır. Kulun Allah’ı sevmesi, Allah’ın kulu sevmesini davet eder. Aşk ise, Cenâb-ı Vâcibu’l-Vücud Hazretlerinin, kulunun kalbinde Zâtını sevmesidir. Eğer bir insanda aşk varsa, o insan bilsin ki, onun kalbinde Allah kendi Zâtını seviyor demektir. Zâten insanların nihai noktada varmak istedikleri makam, rütbe de budur. Mü’minin kalbi Allah’ın beytidir. Allah, kulunun kalbini kendine beyt ediniyor. Bundaki mânânın değerinin anlatılması sözle mümkün değildir. Allah’ın, sevdiği kulunu, tecellisine mekân kabul etmesi, bir başka ifade ile, Allah’ın, o kula misafir olması, makamların en yücesidir.

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Dua ve Zikir Kitabı sayfa : 571 /584

     Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir