İSLAM’A İTİRAZLARIN TARİHİ SEYRİ.....

   Prof.Dr.Haydar BAŞ hocamızın ‘Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerim’in Cevabı’ eserinde ‘İslam’a itirazların tarihi seyri’ hakkında şu bilgilere yer vermektedir: 

İSLAM’A İTİRAZLARIN TARİHİ SEYRİ.....
Mimar Gökhan Demir

İSLAM’A İTİRAZLARIN TARİHİ SEYRİ.....

A- İTİRAZLARA GENEL BİR BAKIŞ

Bilinen bir gerçektir ki; İslâm varlığı zaruri ve en büyük hakikat olan (Vâcibu’l-Vücûd) Yüce Allah'ın ekmel binasıdır. Bu İlahî bina Cenâb-ı Hakk'ın zat ve sıfat tecellilerini taşıdığından hiç şüphesiz müessirin kemâli ve noksanlıklardan münezzeh oluşu, aynen eserine de yansıyacak ve onda da tecelli edecektir.

Bu sebeple naklen, aklen ve ilmen sabittir ki; İslâm her türlü noksanlık ve zafiyetten uzaktır. O, güneş gibi varlığı müşahede olunan ve de bizzat aydınlatan İlahî hidayet kaynağıdır. O Hak'tır, hakikattir, hikmettir ve ilimdir.

Bu ana tespitten sonra İslâm'a itiraz ne demektir?

Özetle itiraz, ilim ve hikmete ve bunlarla vaki olan hakikate ters düşmektir. O halde itiraz: "İlim ve hikmete ters düşen bir fikir, eylem veya haldir" diye tanımlanabilir.

İslâm, hak ve sırât-ı müstakîm olunca, boyutu ne olursa olsun, O'na doğrudan müdahale veya dolaylı itiraz, bir nevi sapıklıktır. Sapıklığın zirvesi ise küfürdür.

Gerçeğin ölçüsü (mikyası) İslâm'dır. Herhangi bir sebeple bu ölçü yok olur veya zaafa uğrarsa o zaman hakikatten sapmalar ve gerçeğe itirazlar başlar. İtiraz ve ihtilafları halledecek kaynak ise şüphesiz ki; Kur'ân-ı Kerîm'dir:

"Biz sana kitabı indirdik ki, hakkında ayrılığa düştükleri şeyi onlara açıklayasın ve (o kitap) inanan bir kavim için yol gösterici ve rahmet olsun." (Nahl: 64)

Görüldüğü üzere meâli sunulan bu âyet-i kerîmede iki büyük gerçek vardır:

1. İhtilafları halledecek kaynağın ancak Kur'ân-ı Kerîm olduğu,

2. Bu Kitab'ın ancak O'na inanan bir kavim için yol gösterici ve rahmet olacağı hususudur.

Demek ki, Kur'ân yegâne hidayet kaynağıdır, hakikat menbaıdır. Ama O'nda öyle bir sır saklıdır ki, inanmayanlar perdelenip O'nu anlayamazken, inanıp, gönlünü O'na açanlar ise o hakikat ummanından doya doya içmekte açıldıkça açılmakta ve sonsuz bir umman gibi genişlemektedir. İşte hidayet, kalbî keşif ve hikmeti kavramak; böyle bir hal ve tecellidir.

Nasibi olmayan, kalbini İslâm'a açmayan, samimi davranmayan, kalbinde fitne ve nifak taşıyan, dünyevi ihtiraslardan kurtulamamış olan ve ideolojik maksatlar güden fitnecilere alet olup, nefis ve şeytanın esaretinde kalan zayıf karakterli insanlar, İlahî hikmetin meyveleri olan İlahî nurdan, feyiz ve bereketten elbette mahrum kalacaklar ve böylece onların fikirleri, işleri ve halleri itirazların girdabında boğulacaktır.

İtirazcılar, şu âyet-i kerîmede anlatılan yüce nimetten, feyiz ve rahmetten mahrum kalmaktadırlar:

"Allah (cc) kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkarıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir. Bu (din), Rabbinin dosdoğru yoludur. Biz öğüt alacak bir kavim için âyetleri ayrıntılı olarak açıkladık." (En'am: 125-126)

Buradan itiraz ve sapıklığın, hidayet ve hikmetten mahrum kalmaktan kaynaklandığını anlıyoruz. Ve biliyoruz ki; dalalette kalanların gönüllerinde bir sıkışma olacak, böylece onlar hidayetten mahrum kalarak sapıtacak ve itirazcı olacaklardır.

Demek ki; İslâm, gerçek ve kendisine has özellikler taşıyan yegâne tezdir. Sapıklık ve itirazlar ise ârızîdir, sonradan ortaya atılmış olup antitez hükmündedir. İtirazların kalbî, aklî, ilmî, pek çok sebepleri vardır. Şu da bilinmelidir ki; İslâm'a itirazlar yalnız inanmayanlar tarafından olmamış, aynı zamanda inandığı halde yukarıda belirtilen nasipsizlik veya hikmetten mahrum oluş sebebiyle de birçok itiraz vukû bulmuştur. Belki de İslâm'a en büyük darbeler bu itirazlardan gelmiştir. Çünkü bunlar içten tahribata neden olan çökertmeci ve birbirine düşürücü itirazlardır. Asıl bunlar karşısında ayık olmak ve de ölçüyü iyi korumak gerekir.

Bu bölümde İslâm'a itirazlar (kronolojik) bir şekilde ele alınacak ve görülecektir ki; on dört asır evvelki itirazlarla bugünküler arasında mahiyet ve metot olarak fazla bir fark yoktur. Tarihin tekerrür edişi gibi, hakikat karşısında itirazlar da tekrarlanıp durmuştur.