HAMSE-İ ÂL-İ ABÂ KİMLERDİR?

         Prof.Dr. Haydar Baş hocamızın Hz. Fatıma eserinde ‘Hamse-i Al-i Aba Kimlerdir?’ hususunda şu bilgilere yer veriyor:  Bu ayetin iniş anında örtünün altında olan beş kişidir.  “Resûlullah (s.a.v.), kızı Fâtıma-i Zehra, Aliyyü’l-Murteza, çocukları Hasan ve Hüseyin bir araya geldiklerinde hepsine birden Âl-i Abâ denilir.” (Ruhü’l-Beyan, c. 3, s. 112)

HAMSE-İ ÂL-İ ABÂ KİMLERDİR?
Mimar Gökhan Demir

HAMSE-İ ÂL-İ ABÂ KİMLERDİR?

TATHİR AYETİNİN ÂL-İ ABÂ İLE İLGİLİ OLDUĞU BAŞKA EHL-İ SÜNNET KAYNAKLARINDA DA YER ALMAKTADIR İmam Fahr-i Razi, Tefsir-i Kebir’de (c. 6, sy. 783); Celaluddin Suyûti, Ed-Durrü’l-Mensur’da (c. 5, sy. 199); Şeyh Süleyman Belhi El-Hanefi Yenabiu’l-Mevedde’nin 33. bâbında, Sahih-i Müslim’den, Şevahid-u Hakim’den, o da Hz. Aişe’den, on rivayet Tirmızi’den; İbn Ebi Şeybe, İbn Münzir, onlar da Ümmü Seleme’den, Ömer Ebi Seleme’den, Enes b. Mâlik, Sa’d b. Ebi Vakkas, Va- sile b. Eska ve Ebu Said Hudri’den Tathir ayetinin beş kişi olan Âl-i Abâ hakkında nâzil olduğunu nakletmişlerdir.

Bu ayet bir defa vahyedildiği halde Resûlullah (s.a.v.) bir riva- yete göre  6 ay, İbn-i Abbas’a göre 7 ay ve bazılarına göre de 8 ay bu ayette kastedilenler hakkında açık beyanlarda bulunmuştur.  Tathir ayetinin Ümmü Seleme (a.s.)’ın evinde indiğine dair bir şüphe yoktur. Ancak Resûlullah (s.a.v.) bu ayetin özellikle bu beş kişi hakkında nâzil olduğunu vurgulamak için farklı kereler abanın altında toplama hadisesini tekrarlamıştır. Bunlardan biri de Hz. Fâtıma (a.s.)’ın evinde olmuştur.

  Ehl-i Beyt âlimlerinden Allame Turayhi, Müntehabü’l-Kebir adlı eserinde ve  Allame Deylemi El-Gurer-ü ve’d-Dürer adlı eserlerinde bu hadiseye yer vermişlerdir: “Câbir ibn Abdullah-i Ensari’den şöyle rivayet edilmektedir: Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla… Resûlullah’ın (s.a.v.) kızı Fâtıma (a.s.)’ın şöyle buyurduğunu duydum: Bir gün babam Resûlullah (s.a.v.) Benim evime geldi ve: ‘Selam olsun Sana ey Fâtıma’ dedi. Ben, ‘Sana da selam olsun’ dedim. Babam Resûlullah, ‘Vücudumda bir bitkinlik hissediyorum’ dedi. Ben: ‘Allah Seni bitkinliğe karşı korusun’ dedim. Sonra: ‘Kızım Yemen malı olan abayı getir ve Benim üzerime ört’ buyurdu. Ve Ben o abayı getirip üzerine çektim. Bu sırada yüzünün dolunay gibi parladığını gördüm. Biraz geçmeden oğlum Hasan da geldi ve: ‘Selam olsun Sana ey anne’ dedi ve Ben: ‘Sana da selam olsun ey gözümün nuru ve kalbimin meyvesi’ dedim. O: ‘Anne, Ben burada güzel bir koku hissediyorum; bu koku ceddim Resûlullah’ın (s.a.v.) kokusuna benziyor’ dedi. “Evet, ceddin abanın altındadır’ dedim. Hasan abâya doğru ilerleyip: ‘Selam olsun Sana ey dedem. Ey Resûlullah (s.a.v.), Benim de abanın altına girip Senin yanında bulunmama izin verir misin?’ dedi. Peygamber (s.a.v.): Sana da selam olsun ey Benim çocuğum ve havuzumun sahibi, evet izin veriyorum’ dedi. Az geçmeden oğlum Hüseyin içeri girdi ve, ‘Selam olsun Sana ey anne’ dedi. Ve ben de: Sana da selam olsun, ey Benim oğlum ve gözümün nuru ve gönlümün meyvesi’ dedim. Hüseyin: ‘Anne Ben burada güzel bir koku hissediyorum; ceddim Resûlullah (s.a.v.)’in kokusuna benziyor’ dedi. ‘Evet. Ceddin ve kardeşin abanın altında bulunuyorlar’ dedim. Hüseyin abaya doğru ilerleyip: ‘Selam olsun Sana ey büyük babam, Sana selam olsun ey Allah’ın seçkin kıldığı kimse. Benim de sizinle birlikte abanın altında olmama izin verir misin?’ dedi. Peygamber (s.a.v.), ‘Sana da selam olsun, ey evladım, ümme- timin  şefaatçisi, evet izin verdim’ diye karşılık verdi. Hüseyin de abanın altına girdi. Bu esnada Ebu’l-Hasan Ali bin Ebi Tâlib (a.s.) geldi. Ve: ‘Sana selam  olsun, ey Resûlullah (s.a.v.)’in kızı’ dedi. Ben de: ‘Sana da selam olsun, ya Ebu’l-Hasan ve ey Emirü’l-Mü’minîn’ diye cevap verdim. Sonra: ‘Ben burada güzel bir koku hissediyorum; bu koku amca- moğlu ve kardeşim Resûlullah (s.a.v.)’in kokusuna benziyor’ dedi. ‘Evet’ dedim. ‘Peygamber (s.a.v.) çocuklarınla birlikte abanın altındadırlar.’ Ali (a.s.) da abanın altına doğru ilerleyip: ‘Selam olsun Sana ey Resûlullah (s.a.v.), Benim de sizinle birlikte abanın altında olmama müsaade eder misiniz?’ dedi. Resûlullah (s.a.v.): ‘Sana da selam olsun ey Benim kardeşim ve ey Benim vasim ve halifem ve bayraktarım. Sana da izin verdim’ şeklinde karşılık verdi. Bunun üzerine Ali (a.s.) da abanın altına girdi. Sonra Ben abaya doğru ilerledim ve: ‘Selam Sana ey babacığım, ey Allah’ın Resulü (s.a.v.) acaba Benim de sizinle birlikte abanın altında olmama izin verir misiniz?’ dedim. Resûlullah (s.a.v.): ‘Sana da selam olsun ey kızım ve ey vücudumun parçası, Sana da izin verdim’ diyerek karşılık verdi. Ben de abanın altına girdim.  Hepimiz abanın altına toplandığımızda babam Resûlullah (s.a.v.) abanın iki yanından tutup sağ eliyle göğe doğru işaret etti ve dedi ki: ‘Ey Allah’ım, bunlar Benim Ehl-i Beyt’im ve Benim özel yakınlarımdır. Bunların eti benim etimdendir ve kanları benim kanımdandır; bunları inciten şey Beni de incitir, bunları üzen şey Beni de üzer. Ben bunlarla savaşanlarla savaşırım ve bunlarla sulh içinde olan- larla sulh içindeyim; bunların düşmanlarına düşmanım ve bunları sevenleri severim; bunlar hakikaten Bendendirler ve Ben de bun- lardanım. Allah’ım Kendi rahmet ve bereketini, ihsan ve bağışını Bana ve bunlara indir ve bunlardan her türlü kötülüğü uzak tut ve bunları tertemiz kıl.’ Allah buyurdu ki: ‘Ey Benim meleklerim ve ey göklerde bulunanlar, bina edilmiş gökyüzünü ve döşenmiş yeryüzünü ve aydınlatan ay ve ışık saçan güneşi, dönen her feleki, akan denizi ve dolaşan gemiyi sadece abanın altında olan bu beş kişinin muhabbeti için yarattım.’ Cebrail-i Emin: ‘Ya Rabbi, abanın altında bulunanlar kimlerdir?’ diye sordu. Allah (Azze ve Celle): ‘Onlar Peygamberin (s.a.v.) Ehl-i Beyt’i ve risâlet madenidirler; onlar Fâtıma, Babası, Kocası ve Çocuklarıdır” buyurdu. Cebrail: ‘Ya Rab, yere inip onların altıncısı olmama izin verir misin?’ dedi. Allah-u Teala: ‘Evet izin verdim’ dedi. Bunun üzerine Cebrail-i Emin de yere indi ve: ‘Es-selamu aleyke ya Resûlullah, yüceler yücesi Allah Sana selam gönderiyor, güzel tebrik ve ikramını Sana iletiyor ve Sana buyuruyor ki: ‘İzzet ve Celâlime and olsun ki, Ben bina edilmiş gökyüzünü ve döşenmiş yeryüzünü ve aydınlatan ayı ve ışık saçan güneşi ve dönen her feleki ve akan her denizi ve dolaşan her gemiyi sadece Sizin hatırınız, Sizin muhabbetiniz için yarattım’ dedi. Allah-u Teala Benim de sizinle birlikte olmam için izin verdi. Ya Resûlullah (s.a.v.) Sen de izin veriyor musun?’ dedi. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ‘Sana selam olsun ey Allah’ın vahyinin emini, evet Sana izin verdim.’ Bunun üzerine Cebrail de bizimle birlikte abanın altına girdi ve Babama dedi ki: ‘Allah size şöyle vahyetmiştir: ‘Gerçekten Allah siz Ehl-i Beyt’ten her türlü kötülüğü uzak tutmayı ve sizi tertemiz kılmayı istiyor.’ Bu sırada Ali (a.s.): ‘Ya Resûlallah! Bizim bu abanın altında oturmamızın Allah indinde fazileti nedir?’ diye sordu.  Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: ‘Beni hak olarak peygamberlikle gönderen ve insanların kurtarıcısı olarak Beni risâleti için seçen Allah’a and olsun ki, bizim bu haberimiz (böylece abanın altında toplanmamız ile ilgili olay) yeryüzünde sevenlerimizden ve dostlarımızdan bir topluluğun bulunduğu herhangi bir toplantıda söylenecek olursa, onlar dağılıncaya kadar mutlaka onlara rahmet iner ve melekler onların etrafını sarar ve onlara Allah’tan bağış dilerler.’ Ali (a.s.): ‘O halde Allah’a and olsun ki biz saadete kavuştuk ve Kâbe’nin Rabbine and olsun ki, bizim sevenlerimiz de mutluluğa kavuştular.’ Tekrar Hz. Peygamber (s.a.v.): ‘Ey Ali! Beni hak üzere peygamber olarak gönderen ve insanların kurtarıcısı olarak risâleti için Beni seçen  Allah’a and olsun ki, bizim bu haberimiz bizim sevenlerimizden bir topluluğun bulunduğu herhangi bir mecliste söylenirse ve onların  içerisinde müşkülü olan birisi olursa Allah mutlaka giderir; onların içerisinde gamlı biri olursa Allah onun gamını bertaraf eder ve onların içerisinde bir ihtiyacı olan olursa Allah onun ihtiyacını giderir’ dedi. Bunu duyunca Ali (a.s.): O zaman Allah’a and olsun ki, biz mutluluk ve saadete kavuştuk ve Kâbe’nin Rabbine and olsun ki, bizim sevenlerimiz de dünyada ve ahirette mutluluk ve saadete kavuştular.” (Ayrıca aynı hadis, Abdullah Bahrani, Evâlimü’l-Ulum ve’l-Maarifet, c. 11, s. 635-642)